Zalimlere değil Erdoğan’a Kafa Tutanlar
Geçtiğimiz günlerde, hem İstanbul seçimlerinde Sayın Binali Yıldırım'ı desteklediği hem de ülkemizde ki Suriyeli mazlumlara verdikleri destek ve Sayın Erdoğan’ın yanında ki duruşları sebebi ile bir kısım İslami Sivil Toplum Kuruluşlarını takdir ve tebrik etmiştim.
Bir Müslüman olarak, hatalarımızı birbirimize söylemek, tenkit etmek, doğrularımızı da ''marifet iltifata tabiidir'' gereği, memnuniyetlerimizi hatta övgülerimizi ilan etmek zorundayız. Aksi ''amaç üzüm yemek değil bağcıyı dövmek'' olur ki bu bizlere yakışmaz.
Bununla birlikte, aynı camiada başka diğer arkadaşların, yazar ve düşünürlerin yaptığı, isabetsiz tespitlerini de burada söylemekten sakınmamalıyız. İşte aynı Camiaya mensup bazı yazarlarımız Yeni Akit gazetesinde Ak Parti ve Sayın Erdoğan hakkında ki isabetsiz tespitlerine devam etmişlerdir. Özellikle, Sayın Ali Babacan'ın istifası ile Ak Partiyi eriyen buz dağına benzetmeleri, adeta bir olguya işaret etmekten ziyade, bir algıya ya da temenniye işaret etmektedir. Bu arkadaşlarımız bilmelidir ki, gerek Sayın Babacan gerekse Gülgiller, Davutoğlu ve cenahı Ak Parti den zihnen, fikren, hissiyaten kopalı çok olmuştur. Bugün konan sadece bunun adıdır.
Bu kopuşun şeklini, aslında Sayın Gül'de, Sayın Davutoğlu ‘da müteaddid defalar, mevzunun içerisine dair yaptığı tahlil ve tespitlerle, daha evvelce ortaya koymuşlardır.
Kopuşun tarihi aslında 2013 Gezi olaylarıdır diyebiliriz. Hem de en erken itibarı ile. Küresel sermayenin, ülkemizde ki mankurtlaştırılmış işbirlikçilerine oynattıkları, AĞAÇ EYLEMİ diye başlayan ve vandalizm’e dönüşen Gezi Terörünü, bırakın kınamayı bir de “mesaj alındı” diyerek, adeta Sayın Erdoğan'ı ve partisini, arena da aslanların pardon vandalların önüne atmıştı bizzat Sayın Gül...
Yine FETÖ’nün, ilk açık darbe teşebbüsü olan 17-25 Aralık yargı emniyet patentli kalkışmasında da illegal tapelerle alakalı bir suale verdiği cevapta ''benim dinlenmekten korkum yok ki '' diyerek, adeta dinlenmekten korkusu olanlar düşünsün, mesajı vererek yine Sayın Erdoğan'ın gayri meşru biçimde iktidardan indirilmek istenmesine de yeşil ışık yakmıştı.
2009 yılında ki '' One Minute '' çıkışından sonra Küresel Emperyalist Sistemin Sayın Erdoğan’ın üzerine gazeteci Cengiz Çandar’ın ifadesiyle “EX” işareti atılması ile başlayan süreçte Sayın Gül ve kendisine yakın olanlar pek güven vermeyen bir yol ve dava arkadaşlığı sergilediklerine tüm milletimiz şahit olmuştur.
Tüm bunlara karşı, Sayın Erdoğan'ın yaptığı kaçınılmaz hamle ise, 2014 Ağustosunda Cumhurbaşkanlığı köşküne çıkarken yerine geçecek olan ismin Sayın Gül olmasına tabii ki mani olmaktı ve oldu da. Ama Sayın Erdoğan yerine söz dinleyecek ve Başkanlık sistemine geçene kadar emaneten partiyi teslim edeceği kişi olan Sayın Davutoğlu'nda ise adeta yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştu.
Aslında parti tabanı ve teşkilatlarda Sayın Binali Yıldırım'a çok daha fazla teveccüh olmasına rağmen genel başkanlığına ve Başbakanlığa tarihi bir yanılgı ile Sayın Davutoğlu nu getirmişti. Bundan sonra yaşananlar malum idi.
Partiyi adeta kendisinin kurduğu ve kendisinin bugünlere getirdiği zannı ile Sayın Davutoğlu ve ekibi “Reis dönemi bitti Hoca dönemi başladı” gibi bir zanna kapılan bir idare şekli göstermeye başladılar.
Gerek Çözüm sürecinin çok kötü yönetilmesi gerekse Avrupa Birliğine adeta teslimiyetçi ve sömürge valisi edası ile götürülen yanlış siyasetler, Dış Politikada ki ölümcül hatalar bir Genel Başkanlık ve Başbakanlık tebdilini kaçınılmaz kılmıştı.
Emanet ehline verildi ve Sayın Binali Yıldırım göreve geldi. Tabii Sayın Gül den sonra Sayın Davutoğlu da koltuktan düşmüştü. Küskünlük ve Kırgınlık kaçınılmazdı. Öyle ya geldikleri Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık görevlerinde en az 30’ar sene kalmalıydı bu iki siyasetçimiz !
Ne demekmiş görev süresi dolması veya değişikliği ?
Sayın Davutoğlu kabinesinin bırakması ile ekonomiden mesul Başbakan yardımcılığı görevini 13 yıldır aralıksız sürdüren ve bilhassa son zamanlarda yüksek faiz politikasının değişimi konusunda, Sayın Erdoğan la farklı düşündüğü bilinen Sayın Babacan da son kez görevden ayrılıyordu. Yani Gül Davutoğlu ve Babacan ile yolların ayrılması çok kısa olarak bu şekilde olmuştur… Buna ilave edilecek birçok konu vardır fakat ben çok kısa olarak geçtim.
Bu esnada 15 Temmuz FETÖ Askeri darbe teşebbüsü gerçekleşmiş ve iyi birer imtihan verememiş olan bu üç siyasetçi, çok pasif kenarda dururken, hatta sayın Gül tüm davetlere rağmen 7 Ağustos 2016 da Yenikapı mitingine bile katılmayarak, adeta Sayın Erdoğan’a mesaj veriyordu.
Cumhurbaşkanı olduğu ve Ak Parti den şeklen istifa ettiği 2007 yılından beri 2016 da emekli günlerinde bile Ak Parti ve Sayın Erdoğan’a mesafe koyan, onun uluslararası düzenle olan kavgasında, ya küresel sermayenin yanında yer alan ya da sükut ederek kavgada tarafsız kalan ve sayın Erdoğan’ı tutmayan Gül, zaten çoktan Ak Parti den kopmamış mıydı ?
Peki biz vatandaşlar olarak ya da Ak Partiye oy ve gönül veren insanlar olarak ne yapacaktık ?
Küresel Emperyalizminin ve onların Sayın Erdoğan a karşı kışkırttıkları vandalların işbirlikçilerinin yanında mı yer alacaktık yoksa her yönü ile milli bir duruş sergileyen mazlumların mağdurların yegane müdafii ve ümidi olan Sayın Erdoğan’ın mı yanında olacaktık? Koltuklarından oldu diye liderlerine küsen ve mesafe koyanlar gibi yapamazdık.
Halkımız ise Davutoğlu kabinesinin görevden ayrılması ve 15 Temmuz askeri darbe teşebbüsünden sonra yapılan her seçim ve referandumda Sayın Erdoğan’ın yanında yer almıştı...
Ama Erdoğan ın yanında yer alan bir kesim ve bir lider daha vardı...
Bilhassa 15 Temmuz a kadar çok fazla açık destek vermemiş hatta dönem dönem çok sert muahlefette bulunmuş Sayın Devlet Bahçeli ve MHP li ülkücü kitle de bu milli mücadele de sayın Erdoğan’ın yanında yer almışlardı. Sayın Devlet Bahçeli ve MHP, Türkiye’nin yıllardır hasretini çektiği Başkanlık sisteminde de FETÖ ile ve diğer terör örgütleri ile mücadelede de yanında çok sağlam bir partneri Sayın Bahçeli nin kendi ifadesi ile “kankası” olmuştu!
Sayın Erdoğan o günlerde sağına soluna baktığında hep Sayın Bahçeli ve Ülkücü camiayı gördü. Bu konjonktüre göre bugünde devam etmektedir.
Tabii ki MHP ile Ak Parti farklı siyasi teşekküllerdir ve farklı zihni kökenlerden gelmektedir.
Ama ikisi de milli ve Türkiye’nin tarafındaydılar. Bu birliktelik kaçınılmazdı zaten.
Hattı zatında Cumhur ittifakı 15 Temmuz da ki bu birliktelikten ve ülke için beraberce çekilen ıztıraptan zorunlu olarak zuhur etmişti. Türkiye için aynı iyi hasletleri düşünen iki kesimin buluşması idi bu.
Sayın Erdoğan, en yakın yol arkadaşlarından, en hafif tabiri ile vefasızlık görürken, Sayın Devlet Bahçeli ve Ülkücüler hep Sayın Erdoğan’ın yanında olmuşlardır.
Seçim ittifakları teknik bir konudur. Faydaları veya zararları da olabilir. Meseleye sadece oy kaybı veya artışı olarak da bakmamak lazım. Sayın Bahçeli ve MHP’nin verdiği destek, oy sayısı veya yüzdelik oranlardan çok daha fazladır ve psikolojik kıymet taşımaktadır. Belki biraz fantastik olacak ama biri Abdulhamid Hana diğeri ise Enver Paşaya dayanan iki siyasi akımın özlenen birleşmesi gibi dahi görenlerimiz olmuştu bu birlikteliği.
Şimdi gelelim bahsettiğim yazar veya kesimlerin bir başka iddiası olan '' Sayın Gül, Sayın Davutoğlu veya Sayın Babacan’ın hatta Sayın Beşir Atalay’ın milletimizde ki siyasi karşılıklarının sayın Erdoğan’ın yanında ki hiç bir isim de olup olmadıklarına!''
Bu konuda hiç mütevazi olmayacağım... Sadece Sayın Süleyman Soylu’nun dahi toplumda ki yüzdesel karşılığı bu dört ismin toplam karşılıklarından fazladır… Halep orada ise Arşın buradadır isterlerse ölçüp biçsinler...
Zaten partilerini kuracaklar ve herkesin ne karşılığı var göreceğiz ! Kaldı ki Sayın Erdoğan sağ ve partisinin başında olduktan sonra, çok mühim de değil kimin olup olmadığının, toplumda karşılığı!
Ak Parti bir lider partisidir kendinden öncekilerin olduğu gibi. Sayın Erdoğan olduğu ve bu çizgisini muhafaza ettiği müddetçe bizler yanındayız.
Küresel sermaye ve emperyalizmle olan farklılıklarımızı görmeden, Sayın Erdoğan’ın Ak Partiden ayrılanlarla olan farklılıklarını da göremeyiz. Önce ilkesel bir duruşa sahip olmalıyız.
Sayın Erdoğan ne diyor ayrılanlar ne diyor ? Ona bakmalıyız.
Çok basit bir misal ile bunu anlayabiliriz.
Siz bir vatandaş olarak, Türkiye’nin AB, ABD veya küresel bir sermaye tarafından haksızca suçlandığı zaman, bu üç isimden birinin ( Gül, Babacan veya Davutoğlu ) hiç Türkiye’nin yanında ve bu dış güçlerin karşısında bir tutum ya da söylem içerisinde bulunduklarını gördünüz mü ?
Ama ben size onlarca belki yüzlerce defa Sayın Devlet Bahçeli’nin bu haksızlıklar karşısında emperyalizme tavır aldığını ve ülkesinin yanında olduğunu ispatlayabilirim.
Hatta benim ispatıma da lüzum yok, bu tüm kamuoyunca Dünyaca bilinen bir gerçektir.
Bu üçlü, bir defa çıkıp da bu Emperyalistleri kınadılar mı ?
Hiç mi Türkiye’nin haklı olduğu bir tartışma yaşanmadı ?Bu üçlü niçin bir defa bile Sayın Bahçeli gibi uluslararası emperyalizme karşı Sayın Erdoğan’ın ve ülkelerinin yanlarında yer almadılar?
İşte gerçek ayrılık burada başlıyor aslında !
Misal S- 400 ler hakkında konuşsunlar…
Veya F-35 lerin Amerikan senatosu tarafından bir müeyyide olarak, Türkiye ye teslim edilmemesine ilişkin mevzuda “Türkiye Haksızlığa Uğruyor” şeklinde Sayın Gül, Sayın Davutoğlu veya Sayın Babacan’ın hiçbir açıklamasını veya tepki verdiğini duydunuz mu?
Türkiye’nin menfaatleri ile alakalı tepki verdiklerini gördünüz mü?
1914 yılında 1.Cihan Harbine girdiğimizde, Büyük Britanya Krallığına parasını ödediğimiz Sultan Osman ve Reşadiye Gemilerini nasıl ki İngiltere bize teslim etmeyip gasp ettiyse, bugün de F35 lerimiz gasp edilirse bununla alakalı bu üç siyasetçimizden bir tepki gelmeyecek mi?
İşte bu dış politikada ki görüş ayrılıkları iç politikadaki ekonomik farklı düşünceler Sayın Erdoğan ile adı geçen bu üç siyasetçinin zaten yollarının ayrıldığına bir işaretti.
Yorum Yazın