Tek Parti Dönemi Ders Kitapları
Tek parti dönemi kuşkusuz seküler ve pozitivist temelli yeni bir ulusun yaratılması sürecidir. Bu süreçte okul, resmi ideolojiye itaatkâr iyi birer vatandaş yetiştirecek, buna mukabil jakoben laiklik de ulus toplum yaratmada bir motor gücü rolünü oynayacaktı.
Eğitim, acımasızca, kadim medeniyeti ve kültür birikimini eleştiriyor, onu yok sayıyor yerine Latin harflerini öğrenerek gelişen yeni bir ulus inşa etmeye başlıyordu. Tarih, yurttaşlık, vatandaşlık ve din gibi ders kitaplarına özel ihtimam gösteriliyordu. Örneğin tarih dersleri, Hıristiyanlığı laik bir din olarak kabul ederken, İslam’ı laik olmayan, gerici, yobaz bir din olarak takdim ediyordu.
O dönem okutulan Yurttaşlık ve Vatandaşlık Bilgisi gibi ders kitaplarında da olabildiğince Osmanlı nefreti işleniyordu. Aşağıda o dönem ders kitaplarından derlenen bazı alıntılar göreceksiniz.
“Türkiye, eskiden yalnız, kendi menfaatlerini düşünen, halka fenalıktan, mazarrattan başka hiçbir faydası dokunmayan padişahların fena idaresi altındaydı.” “Yalnız kendi keyfi, kendi dileğiyle iş gören padişahlar, canları istediği zaman yabancı devletlerle harbe girerlerdi. Bu yüzden yurt ordusu boş yere uzak diyarlarda, bitmeyen savaşlarla sürünür dururdu. İstanbul’daki sarayında yüzlerce kadın arasında bir mirasyedi gibi yaşayan padişaha hesapsız para lazımdı. Bütün milletin kan ve ter içinde kazanıp vergi diye verdiği parayı kendi keyfine savururdu. Böylece yurtta ne bir yol, ne bir okul, ne bir hastane yapılırdı.”
”Son Osmanlı padişahı Vahdettin yalnız bizim için değil, bütün dünya milletleri için bir hıyanet numunesidir.”
“Padişahların çoğu bilgisiz kişilerdi. Osmanlı Devleti’nin idare tarzı da cumhuriyete hiç benzemezdi. Padişahlar ve memurları devlet işlerini görürken, ulusun ne düşündüğünü akıllarına bile getirmezlerdi.”
‘‘Eskiden milletimizin başında padişah denilen adamlar vardı. Bunlar milleti düşünmezler, hep kendi zevklerini düşünürler ve halkı bir esir sürüsü sayarlardı. Ulusumuz yıllarca padişahların zulmü altında inledi.’’
Şimdi de 1939 yılına kadar okullarda okutulan tarih ders kitaplarına ve bu kitaplarda işlenen ırkçı konulara bir bakalım.
“Dünyanın başka tarafından insanlar daha kaya ve ağaç kovuklarında en koyu vahşet hayatı yaşarken, Türk anayurdunda kereste, maden medeniyetleri devirlerine kadar ulaşılmıştı.”
Tarih ders kitaplarında Türklerin beyaz ırka mensup ve kafatası şekli olarak brakisefal olduğu vurgulandıktan sonra tüm medeniyetlerin kökeninde Türklerin yattığı tezi işlenmekteydi. Örneğin, Hint uygarlığının yaratılmasında da Türklerin etkili olduğu vurgulanmıştır. Daha da ileri gidilerek Buda’nın da Saka Türklerinden olduğu iddia edilerek, Atilla’nın kardeşinin “Buda” ya da “Bleda” adıyla anıldığı ve hatta Macaristan’ın eski yerleşim merkezlerinden Budin Kalesi’nin adının buradan geldiği belirtilmiştir.
“Yunan ilmi, sanat ve felsefesinin bütün pınarları Garbi Anadolu’da olduğu gibi Roma Medeniyeti’nin kökü de oradadır. Bu medeniyetin temelini kuran Etrüsklerin İtalya’ya Anadolu’dan gitmiş oldukları muhakkaktır...”
Tarih 2 ders kitabında Kur’an’ın yazılışında kullanılan yazının esasının, Sümer çivi yazısına dayandığına değinilmiştir. Bu ifadeler şu şekilde belirtilmiştir: “Kur’an ayetlerini bir cilt halinde toplayarak ‘Kur’an denilen kitabı’ ilk vücuda getiren Ebu Bekir’dir. Kullanılan yazının esası Sümer çivi yazısından alınmış hususi bir alfabe idi. Bu alfabe sonraları muhtelif yerlerde yapılan şekillere göre muhtelif isimler almıştır.”
Türk ırkının üstünlüğünü takdim etmek için ders kitaplarında Lenin’den bile örnekler sunulacak ve Lenin’in Türkleşmiş bir Rus olduğu vurgulanacaktır. Bu husus ders kitabında şöyle dile getirilmiştir:
“...Milliyetçilik bir yandan ezilmişlikten kurtulma olarak görülürken diğer yandan Rusya ihtilali, siyasi sahadan pek çabuk içtimai sahaya geçti. Ruslaşmış bir Türk ailesinden gelen Lenin adlı bir adamın azim ve iradesiyle, o ana kadar yalnız nazariyatta kalan komünizmin hayatta tamamı ile tatbikine girişildi.”
O dönemdeki ders kitabı yazarlarına göre; kafatası kolay kolay değişmeyeceği ve babadan çocuğuna genetik olarak geçeceği için değişmez bir ölçü olarak kabul edilmiştir. Bu ölçüye göre insanların kafa yapısı aşağıdaki gibi sınıflandırılmıştır:
1) Brekisefal: Geniş kafalı
2) Dolikosefal: Uzun kafalı
Bu ikili sınıflandırma çerçevesinde Türk ırkının, Berekisefal kafa yapısına sahip olduğu belirtilmiştir. “İnsanları hareket ettiren, düşündüren, söyleten akıl ve zekânın merkezi ve kaynağı olan beyin kafatası içindedir. Onun biçimiyle ilgilidir. Geniş kafalı olanların dimağı, beyni daha geniş olur ve daha akıllı ve zeki olurlar. Türk ırkı Brakisefal’dir.”
Türklerin Orta Asya’dan dünyaya yayılarak çeşitli ulusları egemenlikleri altına almış üstün bir ırk oldukları görüşü 1930 yılından itibaren büyük bir ısrar ve ciddiyetle savunulmuştur. Çünkü o dönem esen rüzgar biraz da bunu gerektiriyordu. Bu görüşü savunan ders kitapları yazılmış, marşlar ve operalar bestelenmiş, reisicumhurun direktifleriyle Anadolu’da on binlerce insanı kapsayan kafatası ölçümleri yapılmıştır.
“İslam, terakkiye manidir” diyerek kadim medeniyet birikimimize karşı acayip bir mesafeleri vardı. Oysa Müslüman Türklerin bilim tarihinde oynadıkları roller inkâr edilemeyecek kadar ortadaydı. Şunu demek istiyorum: O dönemin zihniyeti orada kaldı. Hatırlatmamın nedeni; bugün dahi savunuluyor olmasındandır.
Oysa bugün, geçmiş tarihimizle barıştık, bağ kurduk ve yeri, yeniden yurt yapma konusunda büyük bir gayret gösteriyoruz. Bugün dünyadaki mazlumların umudu haline geldiysek, bunu CHP’li tek parti dönemi zihniyetine değil, Erdoğan’ın kelle koltukta yürüttüğü mücadeleye ve tarihimizle kurduğumuz bağa borçluyuz.
Yorum Yazın