Ahır yapılan camilerin belgesini mi arıyordunuz, buyurun...
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 2012 yılında pek celallenip “Hiçbir dönemde, hiçbir camiahıryapılmadı!” demişti. 1966 Ekim’inde çiçeği burnunda Başbakan Süleyman Demirel ile CHP Genel Başkanı İsmet İnönü arasında sert bir polemik cereyan etmiş, Demirel, CHP’yi camileri kapatmakla suçlamış, İnönü ise cevabında şöyle demişti:
“CHP hükümetleri zamanında hiç bir cami ve mescit ve buna mümasil (benzer) ibadethaneler kapatılmamış ve ibadete açık tutulmuştur. Başbakan biz CHP’nin ne zaman ve hangi cami ve ibadethaneleri kapattığımızı ispat etsin. Cami ve ibadethaneler her zaman açık bırakılmış ve kimseye bu hususta baskı yapılmamıştır.” (Ulus, 12 Ekim 1966)
Sözkonusu iki CHP Genel Başkanı ile Özgür Özel’in de yekten inkâr üslubuyla konuştuklarına dikkat edilsin.
Öncelikle belirtelim ki, CHP’nin gerek Atatürklü, gerekse İnönülü devrelerinde dinî hayatın hararetini düşürmek için hususi bir gayret sarf edilmişti. Bu, dinî eğitimin 1930’lu yıllardan itibaren okullarda yasaklanması ve okutulan ders kitaplarındaki dini itibarsızlaştıran söylemden anlaşılabilir. Lise 2. sınıf için yazdırılan 1931 tarihli Tarih II adlı ders kitabında ne denildiğine beraberce bakalım mı:
“Medineliler Muhammedi ve Müslümanları himaye edeceklerine söz verdiler. Muhammet te Mekkeden kalkıpMedineye kaçtı (622); buna hicret denildi…”
“Muhammedin koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kuran denir.”
“Muhammet (…) tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden so(n)ra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur.” (s. 90)
Yani olay cami ve ezandan ibaret değildir. Türkiye’de İslamın gövdesinin kasabın yaptığı gibi kesilip biçilmesi hadisesiyle karşıyayızdır.
Ezan, namaz ve Kur’an’ın Türkçeleştirilmek istenmesinin, yani “Türkçe ibadet” programının altında dinin toplumda bir güç odağı olmaktan çıkarılması yatıyordu. Sonuçta hedef, dinin en göz önündeki sembolü olan camilerin efsununu yitirmesini sağlamaktı (Weber’in deyimiyle disenchantment). Nitekim devlet eliyle yapılan baskılar sonucunda 40’lı yıllarda cami cemaatlerinde büyük oranda azalma meydana geldiğini bilen son şahitler aramızdadır.
Cemaati azalınca boş kalan camilerin kapatılması, satılması, kiraya verilmesi, CHP ocak binası yapılması, yıktırılması ve enkazının satılıp başka binalarda kullanılması gündeme gelecektir.
İşte uzun yıllardır camilerin meyhane, gazino veya ahır yapılması gibi uç örnekler üzerinden tartıştığımız meselenin böyle büyük bir program çerçevesinin içinde durduğunu bilmekte fayda var. Yani camiler kazara ahır veya depo ya da cezaevi yapılmış değildi. Devrin idaresi buna izin veriyordu. Bir misal olarak zikredelim: Turgut Özal zamanında yeni baştan inşa edilmiş olan Sirkeci Garı’nın bitişiğindeki Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii Tek Parti devrinde yıktırılarak satılmış ve yerine içkili gazino yapılmıştı.
60’lı yılların muhafazakâr basınını karıştırdığınızda dinî ve tarihî eserlere reva görülen bu fena muamelelere ilişkin bol bol malzeme bulursunuz. Mesela haftalık Yeni İstiklâl gazetesi 2 Kasım 1966’dan başlayarak okurlarını CHP devrinde ibadete kapatılan cami ve mescidleri ifşaya çağırmıştı. Gazeteye İskilip’ten Aydın’a, Edirne’den Muş’a, Antalya’dan Trabzon’a kadar yurdun dört bir köşesinden mektup yağmış ve her mektup bir hicran yarası açmıştır okurun dünyasında.
Bunların içinde “ahır” tartışmasına katkı sağlayacak bir örnek Maraş’tan gelmiştir: 1945 yılında Maraş Türkoğlu Cumhuriyet mahallesindeki Ulucami kapatılmış, caminin açık bırakılan kapısından içeri giren hayvanlar burasını ahır haline getirmişlerdir.
Aynı mektuplardan Antalya’da Selçuklu eseri olan Yivli Minare Camii’nin de, Osmancık ilçesindeki Akşemseddin Camii’nin de ahır olarak kullanıldığını öğreniyoruz. Bursa’daki Mollaarap Camii askeriyeye verilmiş, onlar da ibadete kapatıp altını ve çevresini at ahırı olarak kullanmışlar. Bingöl’ün tek camii olan İsfehan Bey Camii buğday deposu ve hayvan tavlası haline getirilmiş. Bolu’dan yazan bir okur ise perişan vaziyetteki Musapaşa Camii’nin, 1947 yılında Kâzım Karabekir’in müdahalesiyle yeniden yaptırıldığını kaydediyordu. (Bkz. Mehmet Şevket Eygi, Yakın Tarihimizde Câmi Kıyımı, İst., 2003, s. 27-112)
Asıl üzerinde durmak istediğim iki çarpıcı gazete haberi var. Bu yazılar laik ve Kemalist Cumhuriyet gazetesinde çıktığı için ayrıca önem taşımaktadır.
İlk haber 20 Nisan 1936 tarihli Cumhuriyet’ten:
“Bu ne insafsızlık. Seferihisar’da tarihî bir cami ahır yapılmış!”
Habere göre İzmir Seferihisar’da bulunan Hereke köyündeki Sultan II. Bayezid zamanından kalma bir tarihî cami tahrip edilmiş ve ahır haline getirilmiştir. Sadece cami değil, vaktiyle medrese ve kütüphanesi de bulunan bu viranenin bazı taşları inşaatlarda kullanılmış.
12 yıl sonraki bir Cumhuriyet gazetesindeki haberin başlığı ise şöyle diyordu:
“Cami hiç ahır olur mu?” (23 Mayıs 1948)
Gazetenin “Hem Nalına, Hem Mıhına” köşesinde çıkan yazıya bakılırsa İstanbul’un Silivrikapı semtinde Sitti (yazıda yanlışlıkla Sünni diye geçiyor) Hatun Camii’nin yanından geçmekte olan bir doktorun dikkatini harap haldeki caminin kapısı önünde tek atlı bir muhacir arabası durmakta, kapının yanında da bir “gecekondu odası” bulunmakta olduğu çeker.
Etraftakilere sorar: “Burası nedir?” Öğrenir ki, camiyken harap olmaya yüz tuttuğu için Vakıflar İdaresi bu binayı kiraya vermiştir. Kiralayan kişi camiyi ahır olarak kullanmaktadır. Sorduğu kişiler, şikayet edildiği eserle halde kimsenin ilgilenmediğinden şikayete başlar. Doktor, kapısı açık olduğundan birkaç adım ilerleyerek içeriyi inceler. “İçinin samanlık, beygir ve inek ahırı olduğunu” gördükten sonra şöyle yazar:
“Eslafımızın (atalarımızın) binbir itinayla yaptırıp bize yadigar bıraktığı böyle mabedlerin harab olmasına lakayid kalıyoruz, sonra da ahır olarak kullanıyoruz.”
Gazete yazısı beklenen etkiyi göstermiş olacak ki, bir süre sonra yetkililerce araştırma yapılmış ve bunun, kiralayan kişinin marifeti olduğu anlaşılmıştır ama bir caminin kiraya verilmiş ve kimin nasıl kullandığının kontrol edilmemiş olması bile yeterince vahim bir skandal değil midir?
Çeyrek asra yaklaşan Tek Partili CHP idaresinin benzer acı olaylarını arşiv belgeleriyle destekleyerek ortaya koymak ve İnönü, Kılıçdaroğlu ve Özel’in yapmadık, etmedik türü inkârlarına kapıyı sıkı sıkıya kapamak için bir enstitü kurulsa yeridir.
Yorum Yazın