Su Uyur FETÖ Uyumaz (2)
Kaldığımız yerden devam ediyoruz. 17 Şubat 1993’te Eşref Bitlis’in, 17 Nisan 1993’te Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın şüpheli ölümlerinin, CIA imalatı FETÖ terör örgütünün işi olduğu şüphesini güçlendirmektedir.
2 Temmuz 1993 Sivas Madımak Oteli’ndeki katliamla, 5 Temmuz 1993 Erzincan Başbağlar katliamı aynı eller tarafından yapılmıştı. Burada mezhep ve etnik köken farklılıklarını çatışma aracı haline getirerek, ülkeyi iç savaş ortamına doğru çekmek niyetindeydiler.
27 Mart 1994 yerel seçimlerden sonra bazı gazetelerdeki başlıklara bakılırsa, Türkiye bir savaşa girmiş bazı şehirleri de düşmüştü. “Ankara Düştü. İstanbul Düştü” benzeri başlıklar ülkenin nereye götürülmek istendiğinin göstermesi açısından ibretlikti.
Nisan 1994’te “Kara Çarşamba” olarak bilinen ekonomik kriz baş gösterdi. Böylece siyasi krizler ekonomik krizleri besliyordu.
1994 sonrası aynı zamanda ekonomide de krizlerin yaşandığı yıllar oldu. Mafya babalarının bankaların özelleştirilmesine de burunlarını soktukları yıllardı. CHP mi? Bugün neyse o gün de aynıydı!
Kasım 1996 da Susurluk’ta bir trafik kazasıyla devlet görevlilerinin yasadışı işlere bulaştıkları ortaya çıktı. Bu olayı “Fasa fiso” olarak değerlendiren hükümetin başbakanı yaklaşık yedi ay sonra (Haziran 1997) o “Fasa fiso” olarak gördüğü odaklar tarafından hükümetten alaşağı edildi.
1997 Haziranından sonra siyasi kriz daha da derinleşerek devam etti. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bütün teamülleri bir tarafa atıp TBMM’de azınlıkta olan bir parti genel başkanına hükümeti kurma görevi verdi. Siyasi literatüre “Sayısal değil, siyasal çoğunluk” kavramını getirerek meseleyi iyice zıvanadan çıkarmıştı.
2000 ‘e gelindiğinde her şey mecrasından, çıkmış, ülke açık denizde fırtınaya tutulmuş bir gemi gibi savruluyordu. Arka arkaya iki kriz daha yaşandı. CHP mi? Gündeminde başörtüsü ve laiklik vardı!
Millet, 60 yıllık bu çalkantılı döneme ve yıllardır ülkeyi sömüren, doymak bilmez hırsızların, arsızların, düzenbazların saltanatına son vermeye hazırlanıyordu. 2002 seçimleri tam halk ihtilali idi. Milletin, CIA beslemesi odaklara yaptığı derin bir operasyondu.
3 Kasım 2002’de ülke erken genel seçime gidiyordu. 12 Aralık 1997’de Siirt’te okuduğu şiirden dolayı siyasi yasaklı olan Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, milletvekili seçilememiş ama partisi tek başına iktidar olma yetkisini almıştı. Belki de dünya tarihinde ilk defa genel başkanı siyasi yasaklı olup da partisinin tek başına iktidar olduğu görülüyordu.
Halkta güven duygusu oluşturmak son derece önemlidir. 1919’da istiklal mücadelesini başlatanlar da halkın bu güven duygusundan güç almışlardır. Bunun içindir ki İstiklal Marşı’mız “Korkma” ile başlar.
FETÖ, Ergenekon, PKK gibi yapılar asla boş durmuyordu. 25 Ekim 2003'te “Ordu Göreve” pankartıyla ordu alenen darbeye teşvik edilmişti.
15 Kasım 2003'te Neve Şalom Sinagogu ve Beth İsrael Sinagogu'na düzenlenen saldırılar sonucu 27 kişi öldü. Bomba yüklü araçlarla düzenlenen saldırılarda intihar saldırganları da öldü. Patlamaların meydana geldiği sinagoglar ve çevresinde büyük hasar meydana gelirken, en az 300 kişi de yaralandı.
Sinagog saldırılarından beş gün sonra, 20 Kasım 2003'te yine bomba yüklü araçlarla iki saldırı düzenlendi. 20 Kasım saldırılarının hedefi İstanbul'daki İngiliz Konsolosluğu ve HSBC Bankası'nın genel merkezi oldu. Saldırılarda İngiltere'nin Türkiye Büyükelçisi Roger Short ve tiyatro sanatçısı Kerem Yılmazer'in de aralarında bulunduğu 30 kişi hayatını kaybetti, 400 kadar kişi de yaralandı.
Muhalefet partisi her daim olduğu gibi bunun dinci terör olduğunu, hükümetin bu olaylara sessiz kaldığını iddia etti. Sonra Trabzon'daki Santa Maria Kilisesi'nin Katolik rahibi Andrea Santoro'nun 5 Şubat 2006'da silahlı saldırı sonucu öldürülmesi…
17 Mayıs 2006 Danıştay’a saldırı ve bir hâkimin öldürülmesi… Eğer fail bulunamasaydı 19 Mayıs törenleri darbe provasına dönüştürülebilirdi.
19 Ocak 2007 Hrant Dink suikastı, 18 Nisan 2007 Zirve Yayınevi katliamı, “İrtica” ile ilişkilendirilerek, düşünülen darbeye zemin hazırlamak içindi.
27 Nisan 2007 e-muhtıra ‘da özellikle bu yayınevine yapılan saldırıya dikkat çekilerek “İrticanın” gemi azıya aldığı iddiası manidardır.
7 Şubat 2012’de MİT’e operasyon çekmeye kalkışan FETÖ, 2013’te Gezicilerle iktidarı devirmek istedi. Mısır’da Tahrir’de yaptıklarını Taksim’de yapmaya kalktılar. Ülkeyi İsrail’in güdümüne sokmakta başarılı olamayınca dershaneler bahanesiyle devlete ve millete karşı bu sefer açıktan savaş açtılar.
17- 25 Aralık 2013’te Emniyet- Yargı darbesini denediler. 30 Mart 2014’te yerel seçimlere şaibe karıştırmak için, sandıklar açılır açılmaz yalan ve iftira yayınlarına başladılar. Halkı sokağa dökmek için provokatif yayınlara hız verdiler. Bu da olmayınca 10 Ağustos 2014’te “Çatı Aday” la milletin istikametini değiştirmeye kalktılar. 15 Temmuz’da ise topyekûn ülkeyi işgal teşebbüsünde bulundular.
Türkiye’nin son elli yıllık hikâyesi acı örneklerle doludur. FETÖ en başından beri vardı. Hala aktifler. Bugün ülkemiz Fırat’ın doğusunda bekâ mücadelesi verirken içerideki işbirlikçileri ile ülkeyi karıştırmanın planlarını yapıyorlar. Türkiye, Erdoğan gibi bir lideri siyaset sahnesine koyduğu günden beridir başarılı olamıyorlar. Ve yolun sonuna geldiler. Bu ülkede FETÖ’nün kökü kazınana kadar tehlike asla bitti denilemez. Bu bakımdan FETÖ’nün tek bir militanı kalmayana kadar kökü kazınmalıdır.
Yorum Yazın