Ne Zaman Adam Olursun?
Başörtülü öğrenciler, laiklik kisvesi altında eğitim hakları ellerinden alınması yetmiyormuş gibi bir de sokakta yürürken yüzlerine tüküren çapulcularla ve köşe yazarlarının küfürleriyle baş etmek durumundaydılar. Anadolu’nun dindar kızları az çekmedi bu magandalardan.
Marmara Üniversitesi önünde bekleyen başörtülü öğrencilere hitaben, "Fa..., aşağılık şer...ler" diyordu biri. Sonra hızını alamayıp, bir kadın var orada (Hürriyet Gazetesinin manşetinde yer alan başörtülü öğrenciyi kastederek) kadın olduğunu da hiç zannetmiyorum. Bu büyük ihtimalle bir fahişe.
Üniversite önünde eylem yapanların arasında bakıyorum da öğrenci yoktur. Bunlar kevaşe kevaşe. Toplanmışlar oraya, ellerinde '7.4 yetmedi mi?' pankartı. Bunlar şeytana tapanlar. Satanistler ve şeytanla işbirliği halinde oraya toplanmışlar. Bunları odunla döveceksin. fahişeler, şerefsizler, satanistler….” diyerek nefretini kusuyordu.
Bu şahıs, bugün millete, nasıl adam oluruz şeklinde ahlak dersi vermeye kalkan Fatih Altaylı’dan başkası değildi.
Sonra gücü sadece Anadolu’nun fakir çocuklarına yeten darbecilerin hüküm sürdüğü, baskıcı, yasak, despot bir dönemde yeni vatandaşlık görevlerini sıralıyordu.
Buna göre kılık kıyafet kanununa aykırı olarak dolaşanları, kolundan tuttuğu gibi karakola götürecekti.
Evlerini polise gösterecek, otomobilde görürse eğer, plakalarını alıp hemen bildirecekti. Yapılan işlemi de savcılığa kadar takip edecekti. “Hırsız yakalatmak iyi de, bu kanun tanımayanları yakalatmak mı kötü”? diyordu. Ne kadar laik, çağdaş, ilerici bir yaklaşımdı bu değil mi?
Bir şey deyince de “Siz donunuza ederken ben gazetecilik yapıyordum" diyor!
Gezi kalkışması sırasında Habertürk ekranlarında Erdoğan ile yaptığı program hakkında da şöyle diyordu: “Muazzam bir öfke içindeydi. O yüzden yumuşak bir üslup seçtim. Köprüden atlamak isteyen bir adamı atlamamaya ikna etmek için üzerine mi gidersiniz, alttan mı alırsınız? Ben alttan aldım. Çünkü köprüden hepimizi atabilecek bir ruh halindeydi. İkna etmeye çalıştım. Nefret dolu bir adam vardı karşımda. Tahrik etmek istemedim. Orada çok üzerine gidip, kamuoyu önünde zor duruma düşürürsem, çılgınca bir şeyler yapılmasından korktum. Açık söyleyeyim, orada sinirlenip Taksim'e bir operasyon emri vermesinden çekindim…”
Şu üsluba ve kibre bakar mısınız? Erdoğan’ı nefret dolu, psikopat bir adam, kendini de gayet aklı başında, aklıselim bir gazeteci olarak görüyor.
Hayır, hayır! Geçmişin çöplüğünü karıştırmak değil niyetim. Bir zihniyeti, kabalığı, yazarlık kisvesi altında sergilenen magandalığı gözler önüne sermektir. Zayıfın karşısında kurt, güçlünün karşısında kuzuya dönen tipik bir cumhuriyetçi, laik, çağdaş yazar modelini deşifre etmektir.
Bu tür insanların bugün hala itibar görebildiklerine inanamıyorum. Bu, hakikaten hayret verici bir durum.
Düşünebiliyor musunuz? Hala gazetelerde ve TV’lerde baş tacı edilebiliyorlar ve oradan dalga geçer gibi millete nasıl adam olunacağını öğretiyorlar. Şaka gibi!
Geçenlerde bir polis memuruna yönelik yine ağzını açınca hatırlatayım dedim. Yalnız, Fatih Altaylı bu konuyla alakalı Fuat Uğur’a şöyle bir izahatta bulunmuş. “O gün karım zehirlenmişti ve tansiyonu 7-5’e düştü. Hastaneye götürmek istedim. Şoförüme beni bekle, Hande’yi indireceğim dedim. İndiğimde araç yoktu. Aradım, polisin durdurmadığını söyledi. Polisle orada tartışmaya başladım. Bana ambulans çağırmamı söyledi. Emin olun ambulans, kayıtlarımda da mevcut olduğu gibi 57 dakika gelmedi. Oradaki esnaf da şahit, karımı kaldırıma oturttum. Sonra münakaşa sertleşti ve ben o küfürleri ettim. Ama yüzüne karşı etmedim.”
Allah kimsenin başına vermesin. Böyle acil hastalık durumları kötüdür. Yalnız Fuat Uğur’un da dediği gibi şoförü bir tur attıktan sonra 5 dakika içinde gelebilirdi. Nitekim polis de şoförüne aynı şeyi söylemiş, “Bir tur at gel, o zamana kadar inerler” demiş. Kısacası sebep ne olursa olsun küfür edilmemeliydi.
Yeri gelmişken ifade edeyim. Her ne olursa olsun polisi haklı bulan ve onları her şartta yücelten insanlardan değilim. Daha geçenlerde Atatürk büstü önünde birini tekmeleyerek, söverek, selam verdirterek suçluyu ıslah etmeye çalışan bir polisi eleştirmiştim. Bir anlığına 90’lı yıllara gidip geldiğimi hatırlıyorum. Çünkü bizim hafızamızda bu tür görüntüler henüz silinmedi. Bu ülkenin evlatları ciddi bir travma geçirdi. Hazin olan, polisin yaptığı hareketin toplumdan onay almasaydı. Bunu devletin iyiliği için yaptıklarına inanıyorlar.
Demem o ki; polis, asker, memur vs. her durumda ve şartta haklı olacak diye bir kaide yok. Aynı şekilde Fatih Altaylı gibi yazarların da dokunulmazlığı yoktur.
*
Sosyeteye karışamadım diye kahrından ölecek bir yazar varsa o da Ertuğrul Özkök’tür. Ne yaptıysa bir türlü o cemiyete kabul edilmedi. Geçenlerde yine bilindik numaralarından birini çekmiş. Diyor ki;
“Tek parti dediğin 1923-1946... Topu topu 23 yıl... Bu ülke 1946 yılından beri çok partili hayatta...
Yani 72 yılı çok partili hayatta geçmiş... 68 yılı çok partili Meclis…60 yıldan fazlası sağ muhafazakâr partiler... Son 16 yılı Adalet ve Kalkınma Partisi...”
Yani sen şimdi şunu mu demek istiyorsun... Aydın dediğin, solcu dediğin insan bir tek, tek partide zulüm gördü... Geriye kalan 72 yılda sol el bebek gül bebek... İsteyen aydın istediğini söyledi, isteyen istediğini gösterdi, çizdi, yazdı... Ne hapse giren oldu, ne sürgüne giden, ne de zulüm gören.”
23 yıllık tek parti döneminden sonraki son 72 yılda bana bir tane darbe göster ki gerekçesini o 23 yıllık tek parti rejimine dayandırmamış olsun.
Sevgili atanamamış sosyete adayı; son 16 yıllık Erdoğan hükümetleri döneminde sizin gibi yazarları da üreten işte bu 90 yıllık tekçi, baskıcı, yasakçı zihniyetin yol açtığı tahribatı gidermeye çalışıyoruz.
*
Ne zaman adam oluruz? Fatih Altaylı ve Ertuğrul Özkök gibi yazarlara itibar göstermediğimiz ve onların karşısında kendimizi ezik hissetmediğimiz zaman…
Ne zaman adam olursun? Her halükarda sükûnetini muhafaza edip insan gibi davranmaya başladığında…
Yorum Yazın