İslamiyet ve Türkler
Tarih göstermiştir ki Türkler İslam üzere kaldığı müddetçe Türklüklerini de muhafaza edebilmişlerdir.
İslam’dan çıkan Türkler tıpkı Finliler, Macarlar ve Bulgarlar da olduğu gibi Türklükten de çıkmışlardır. Yani bir Türkçü Müslüman olursa ancak Türklüğünü de muhafaza edebilir.
Tabii ki hiç bir insana illa ki Müslüman olacaksın diye baskı doğru değildir. Böyle bir baskıyı Cenabı Allah dahi yapmamaktadır. Sadece ahiret ile alakalı tehditleri vardır bu farklı bir olgu. Yani İslam’dan çıkarsa Türklükten çıkıyor diye kimse Müslüman kalmak zorunda değil...
Biz burada sadece Müslüman olmadın mı Türklüğünü de muhafaza edemiyorsun üzerinden bir fikir geliştiriyoruz. Yoksa inançsız ve renksiz hattı zatında Batı emperyalizmine hizmet eden zavallı bir insan olarak yaşamaya devam edersin. Kimse de sana bir şey demez.
Ama Türk milletinin sadece Dini değildir İslamiyet, aynı zaman da ideolojisi, gaza sebebi ve bekasıdır.
İslamiyet’i ‘’ARAP DİNİ’’ olarak yaftalamak salakça bir tespittir. Çünkü İslamiyet ırklar, renkler ve medeniyetler üstü Allah Teâlâ’nın dinidir. İslam’ı ve Müslümanları hakir görmek aslında Allah’a ve Peygamberine savaş açmak demektir. Bu cahiller kendilerini nasıl bir zavallı durumuna düşürdüklerini görmekten dahi acizler.
Bilhassa son bin yıllık tarihinde Türklerin tüm gelişimi fetihleri ve cihana yayılmaları hep İslamiyet elbisesi giyerek gerçekleşmiştir. Daha net misal verelim ki geri zekalı faşistler anlayabilsinler.
İslamiyet’in Arap dini olmadığını tüm beşeriyete ırk, renk kavim gözetmeksizin nazil olduğunu sadece asrısaadette ki şu misal ile anlayabiliriz; Hz. Peygamberin en yakın yol arkadaşlarından birisi de Bilal Habeş’idir. İsminden de anlaşılacağı üzere Hz. Bilal (r.a) Habeşli bir köledir. Dikkat edin sadece Arap olmamakla değil hür olmamakla de bilinen yani sınıfsal olarak da diğer Mekkelilerden farklı bir insandır.
Yine Mekke de Hz. Peygamber (s.a.v) karşı en çok karşı çıkan ve onunla en büyük kavgayı vermiş olan Ebu Cehil ise hem Arap hem de yaşadığı şehrin en ileri gelen aristokratlarındandır. Bakmayın lakabının Ebu Cehil olduğuna! Gerçek adı Amr bin Hişam ya da Ebu'l-Hakem sıfatı ile Mekke de sözü geçen, ihtilaflarda hakemlik (Ombudsman) yapan üst sınıftan yani eşraftan bir ileri gelendir.
Peki, hem Arap hem hür hem de zengin bir ileri gelen mi İslamiyet ve onun kutlu Peygamberi (As.) için muteber olmuştur yoksa Habeşli bir köle olan Hz. Bilal mı? Tabii ki muteber ve kıymetli olan hem Allah katında hem de kul nezdinde Hz. Bilal’dir.
Bazı ırkçı gerzek faşistlerin dediği gibi İslamiyet Arap dini olsa idi Habeşli bir köle olan Bilal’i ya da Farisi olan Selman’ı değil Arap olan Amr bin Hişam ebul Hakem Ebu Cehili tutardı.
İslamiyet Müslüman olmayanlara da tabii ki saygı gösterir onların yaşam haklarını garanti altına alır lakin kendinden olmayanı yani İslam olmayanı da Müslümanlarla aynı kefeye koymaz. Ahirette yaşanacak olanlarla alakalı çok ağır uyarılar yapar.
Türklük bir ırktır ama son bin yılında İslam ile anılan ve ayakta kalabilen bir ırktır.
İslamiyet’ten çıkmış bir kimse asla Türklük için savaşmaz!
Gaza da ve fetihte bulunmaz!
Ülkesini savunmaz!
Bu yüzdendir ki gerek İstiklal harbimiz de gerekse tarih boyunca ki tüm savaşlarımızda önderlik edenler hep ilmiye sınıfı yani mollalar ve sarıklı hocalardır. İnanmıyorsanız hem Sivas hem Erzurum kongrelerinde hem de 23 Nisan 1920 de Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışlarında Başkan olan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın yanındakilere bakın resimlerde.
Ekseriyeti sarıklı sakallı mollalardır.
Yine Gazi Samsun’a çıktıktan sonra Havza ve Amasya’da da ilk olarak ziyaretlerini ilmiye sınıfına yani mollalar ve sarıklı hocalara ya da camii imamlarına yapmıştır. Onların desteklerini istemiştir. Zira Gazi Mustafa Kemal Paşa da çok iyi biliyordu ki inançsız imansız ve dinsiz bir halkla bu mücadeleyi kazanamazdı.
Peki, bu durumda ‘’biz Müslüman olmayan Türkler ile Müslüman olan Türk arasında ayrım yapmayız'' sözü nereye oturur? Bu söz boş bir sözdür.
Tabii ki temel insan hakları çerçevesinde sosyal yaşamda fark yoktur. Bir tarağın dişleri gibi tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları birbirine eşittir. Lakin sosyolojiye baktığınız da Müslüman olmayan bir Türk’le düşman ile savaşamazsınız’
Sakın kimse istisnaları saymasın burada...
İstiklal harbinde müstevlilerle Anadolu da kimlerin işbirliği yaptığını; İstanbul 13 Kasım 1918 de itilaf kuvvetlerince işgal edildiğinde beyaz atının üzerinde Fransız gemisinden inerek İstiklal caddesinde yürüyen Fransız orduları başkumandanı General Franchet d'Esperey’i hangi Osmanlı (Türk) vatandaşları alkışladı onlara selam durdu hepimiz biliyoruz...
İlk ihanet eden hep azınlıklar yani İslam olmayan Türk vatandaşları olmuştur.
Hâlbuki Tanzimat’la birlikte Osmanlı Devleti tüm tebaasını (vatandaşlarını) müsavi (eşit) saymış fark gözetmemiştir. Ama neticede Müslüman olmayanların düşmanla işbirliği görülmüştür.
Kısaca diyebiliriz ki istiklal ve istikbalimiz ancak Müslüman Türk ya da Müslüman Kürt ya da Müslüman başka bir ırk mensubu ile mümkündür. Müslüman olmayanlar aramızda bulunur saygı ve sevgi görse de istikbal için güven vermez. Bunlar vatandaşlık hukuku açısından kâğıt üzerinde yazmayabilir ama hepsi birer realitedir.
Tarih ve Sosyoloji bunu böyle yazar...
Peki, bu durumda ‘’biz Müslüman olmayan Türkler ile Müslüman olan Türk arasında ayrım yapmayız'' sözü kime aittir?