İbn- i Arabi’nin Düşünce Ekseninde Kadın ve Erkek
Modernizm, kadını ve erkeği önce parçalara ayırıp sonra birbirinden uzaklaştırdı. Kadın, pozitivist bakış açısıyla düzenlenen birtakım yasal düzenlemelerle ve medya aracılığıyla alabildiğince kutsallaştırılarak erkekten üstün bir mertebeye konuldu. Eş zamanlı olarak kapitalizmin nesneleştirdiği bir araç konumuna da indirgendi.
Kadın ve erkeği artık “İnsan” üst başlığı altında değerlendirmek gittikçe imkânsız hale geliyor. Bazı insanların sırf kıskançlıkları yüzünden (onlar dini öğretileri bahane ediyor) kadını toplumun dışına itmeleri, giyimlerinden, tavırlarına kadar onlara rol biçmeleri gibi bir garabetle karşı karşıyayız. Demem o ki bu konuda ciddi bir anlam karmaşası yaşanmaktadır.
*
Kadın ile erkek ve Allah ile insan arasındaki ilişki yüzyıllardır mevzubahis edilen bir ilişkidir. İsterseniz meseleyi, İbn-i Arabi üzerinden geleneksel bir yaklaşımla ele alalım.
İbn-i Arabi, Füsusu’l Hikem’de “Muhammed Kelimesindeki Ferdi Hikmetin Özü” bahsinde meseleyi çok güzel ele alır. Bilindiği gibi Hz. Muhammed (a.s) kadını, güzelliği ile öne çeken tek peygamberdir. İbn-i Arabi de bütün klasik dönem düşünürleri arasında kadın hakkında en kapsamlı en makul görüşleri ortaya atan bir âlimdir.
Hz. Muhammed (a.s) “Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi” buyurdu. Önce kadını ve güzel kokuyu andı sonra da gözünün nuru namazı ekledi. Yani önce kadını anarak namazı sonra söyledi. Bunun nedeni der İbn-i Arabi; “Kadının varlık alanında belirme konusunda erkeğin bir parçası ve Hakk’ın aynası olmasındandır.
Hz. Muhammed’e (a.s) kadın sevdirildi. O da kadına aşık oldu. Bu iştiyak (güçlü istek, arzu) bütünün kendi parçasına olan tutkusudur.
Bu mevzuyu İbn-i Arabi şöyle açar; Allah, insan için yine insan suretinde başka birini yarattı ve ona kadın dedi. Kadın kendi suretiyle belirince ona iştiyak duydu. Bu durum bir şeyin kendi benliğine iştiyak duymasıdır.
Kadının erkeğe vurgunluğu da bir şeyin kendi yurduna düşkünlüğüdür. Bu açıklamaya göre; erkeğe kadın sevdirildi. Allah da kendi sureti üzerine yarattığı kimseye sevgi gösterdi. Bu arada erkek, kadının kendi aslına arzusu gibi bir arzuyla kendi aslı olan Rabbi’ne iştiyak duydu. Yani Allah, kendi sureti üzerine yarattığı ve sevdiği erkeğe kadını sevdirdi. O halde erkeğin sevgisi hem kendi parçası olan kadına karşı hem de kendisini yaratan Hakk’a karşı oldu.
Bugün zihnimizde bu denli derin bir kadın tasavvuru maalesef yok. Bu bakımdan İb-i Arabi’nin kadın hakkındaki düşünceleri bugüne ışık tutacak cinsten büyük bir değer taşımaktadır. Çünkü vaktiyle kadın hakkında sarf edilen düşünceler de bugünü aratmayacak cinsten olumsuzdu.
Örneğin Nasiruddin Tusi gibi büyük bir âlim bile “Ahlak-ı Nasıri’de; “Erkeğin kadın karşısında çok dikkatli olması gerektiğini, kadının çok tehlikeli ve zararlı bir varlık olduğundan” bahseder. Keza İbn-i Sina’nın da benzer görüşleri vardır.
Oysa İbn-i Arabi bu tür görüşleri tenkid eder. Kadının toplumsal hayattan dışlanmasını ve eve hapsedilmek istenmesinin nedeninin dini değil tam tersi kıskançlık olduğunu ifade eder. “Bir adamda aklın ve imanın otoritesi sağlam bir şekilde yerleşseydi, kıskançlığa kapılmaz kadının ve erkeğin derinliğini idrak ederdi.” der.
Diğer taraftan kadın ile erkek aynı hükümlerle mükelleftir. En mühimi de kadın ve erkeğin hakikate ulaşma noktasında işbirliği yapmak zorunda kalmalarıdır. Bunu da “Mümin müminin aynasıdır” hadisiyle izah eder. Erkek kendini kadın, kadın da kendini erkek vasıtasıyla tanır.
Soru şu; Bütün erkeklerin ilk yaratılan insan anlamında ideal örneği olan Adem kimdir ve onun kemale ulaşmasında Havva’nın etkisi nedir? Aynı şekilde; Tüm kadınların ideal örneğini teşkil eden Havva kimdir ve onun kemale ermesinde Adem’in yeri nedir?
Arabi burada şöyle bir izahatta bulunur. Kadın, erkeğin Mutlak Hakikat’e ulaşmasının vasıtası olduğu kadar erkek, kadının Mutlak Hakikat’e ulaşmasındaki en önemli vasıtadır. Burası çok mühim. Pozitivist modern dünyanın bakış açısı kadın ve erkeği sürekli birbirinden uzaklaştırmaya çalışarak mevzuyu maddi zemine çekiyor. Dolayısıyla kadın ve erkek birbirinden kopuk iki zincir halkası gibi her geçen gün nesneleştiriliyor.
Oysa kadın ve erkek birbirlerini tanıma ve kemale erme konusunda ortaklık yapan bir zincirin halkaları gibidir.
İbn-i Arabi’ye göre; Kadın erkeğin ulaşabileceği bütün makamlara ulaşır. Yani her insan cinsiyet ayrımı olmaksızın aynı kemale ulaşabilir.
Yani biyolojik anlamıyla kadın erkek olmak arızi bir durumdur ve arızi olan bir şey insan olmaktan kaynaklanan gerçek haklara ve imkanlara bir zarar veremez. Dolayısıyla kadın ile erkek Mutlak Hakikat’e ulaşmada birbirinin yardımcısı, vasıtası ve tamamlayıcısıdır.
Bu vasıtanın en belirgin özelliği ise sevgidir, aşktır. Adem’in Havva sayesinde Allah’ı tanıması ve Havva’nın Adem’e olan düşkünlüğü bir gurbetçinin vatanına olan düşkünlüğü gibidir. Havva, aslı ve varlık ilkesi olan Adem’i, Adem de kendinden bir parça olan Havva’yı sever.
İbn-i Arabi tam da bu noktada “Kadını sevmek Allah’ı sevmenin bir parçasıdır veya ona ulaştıran ve onu anlamayı mümkün kılan bir vasıtadır” der.
Bakınız Müslüman ahlakçıları iffet konusunda Hristiyan ahlakçılardan ayıran çok mühim bir ayrıntı vardır. Hristiyan ahlakçılara göre iffet cinsellikten uzaklaşmak iken Müslümanlar için evlenmek yoluyla cinselliği kontrol altına almaktır. Öyle ki kadın ile erkeğin çiftleşmesini haz anlamında da ayrı bir yere koyar.
Kadın ve erkek “Hakikat” yolunda ortak olmalıdır.
Modernist, poztivist bakış açısı tam da bu noktada kadını, aşkı ve evlilik kurumuna yönelik geleneksel irfani bakış açımızı sönükleştirdi. Bugün din adamlarımız dahi kadını, uzaktan kumanda edilebilen birer robotlar gibi tahayyül ediyor. Bir kısmı da meseleyi sırf cinsellik açısından ele alarak onu toplumsal hayatın dışına itiyor.
Kadın ve erkeğin derinliği, içtenliği, insanlığı elinden alındı. Aşk; sahip olma, sevgi; çıkar unsuru, kadın; kapitalist meta aracı, erkek; otoritenin temsil edildiği figür, aile ise; kadın ve erkeğin olmadığı bir apartman dairesi konumuna indirgendi.
Kadın ve erkek birbirinden uzaklaştırıldığı ölçüde insanlığın kimyası bozulacaktır. Bu bakımdan irfani geleneğimizde de yer ettiği gibi kadın ve erkeği hakikate ulaşmada birbirinin ortağı, vasıtası ve tamamlayıcısı olarak gören bir anlayışa sahip olmak durumundayız.
Yorum Yazın