Gazali, Felsefe ve Eğitim (2)
Medreseler ilk kurulduğunda önce hukuk öğretiliyor. Asıl kurulma amacı ise dağılan siyasi birliği yeniden tesis etmek, iktisadi yapıları inşa etmek, fikri, ilmi ve içtimai anlamda ortak bir dil, ortak bir akıl oluşturmak. Çünkü ortak akıl sadece eğitimle tesis edilir.
Bu dönemde siyasî birliğin bile meşruiyetini kendisinden devşirdiği aklın/nazarın birliğinin yeniden yapılanması için çift yönlü bir strateji takip edilir. Birincisi, hakikate ilişkin farklı mezhep, meslek ve meşreplerin ileri sürdüğü mevcut bilgi birikimini bir ortak dile dökmek; ikincisi ise bu ortak dile dökülen bilgi manzumesini eğitim-öğretim yoluyla nesiller arası aktarıma sokmak.
Ortak-dil üzerinden yürütülecek eğitim-öğretim yoluyla din, ortak vicdanı; hikmet, ortak idraki; tasavvuf ise ortak irfanı verecek; kısaca üst dilde birleşen bir ortak akıl, her alanda vuku bulan çatışma ortamlarını giderecek, en azından asgariye düşürecektir. Bu ortak aklın kalıcılığı için ise, medrese hem ortak vicdanın hem ortak idrakin, dergâh/tekke/tarikatlar ise ortak irfanın sürekliliğini yürütmeyi üstlenmiştir.
Bu sonucu elde etmek için, ilim kamuoyu müfredat programları oluşturuldu; bu müfredat programlarına uygun metin yazımı örgütlenmiş ve bu metinleri okutacak, aktaracak taşıyıcı zihinler, bilginler yetiştirilmiştir.
İlginçtir ki, başta Selçuklu-Anadolu Selçuklu-Osmanlı medreseleri olmak üzere, İslam dünyasının pek çok eğitim kurumunda, hemen tümü XIII. yüzyıldan itibaren, ortak dilin yapısına uygun kaleme alınmış metinler okutulmuştur. Kısacası fitne ve fesadı ortadan kaldıracak biçimde, düzeni (nizam-ı âlem) kuracak ve sürdürülebilir kılacak şekilde yeni bir sistem inşa ettiler.
Hal böyle olunca Buhara’daki ulema evvela büyük bir protesto tertipledi Bir tabut içine mürekkep ve kalem koyarak “İlim öldü” yazdılar. İlimin devlet tekeline alınmasına yönelik bir tepkiydi bu. “Devlet ilime el atamaz” dediler. Ne var ki İslam coğrafyasının yaşadığı büyük problemler, dağılan birlik, çatışma ortamı medreseler eliyle yeni bir yapılanmayı zorunlu kılıyordu.
Öyle ki zamanla Buhara’daki bir âlimle Kahire’deki bir âlim, aynı dili ve terminolojiyi kullanmaya başlamıştı. Medreseler amacına ulaşmış ve Batıni yapılanması büyük oranda defedilmişti. İslam medeniyeti yeniden şahlanma dönemine girmiştir.
Bir ara Halep’te Şafi ve Hanefiler, aralarındaki husumet yüzünden medreselerini yıkıyorlar ve ciddi bir çatışma yaşıyorlardı. Şii âlimler Nizamülmülk’e ulaşıp; “Siz de Şafi’siniz, neden bu durumda bize sahip çıkmıyorsunuz?” diyerek şikayet ederler. Nizamülmülk’ün cevabı nettir. “Biz medreseleri mezhepler için kurmadık, ilim için kurduk. İlim yapın!”
Günümüz İslam dünyasında da 11. yüzyılda olduğu gibi bir siyasi parçalanmışlığın, dağınıklığın, kopukluğun, çatışmanın, bilinç kaymasının yaşandığı aşikâr… Bugün de İslam medeniyetinin coğrafî sınırları küçüldü. Pek çok coğrafî bölge, iç çatışmalardan da faydalanan dış güçler tarafından işgal edildi ve edilmektedir.
Orta Doğu’da yaşanan savaşları, mezhep taassubunu anlatmaya gerek yok. Türkiye ise 1920’li yıllarda büyük bir operasyona maruz bırakıldı. Dış güçlere bağlı, bağımlı, itaatkâr bir ülke durumuna getirildi. Dil devrimiyle medeniyet hafızası boşaltıldı, laiklik kisvesi altında İslam inancı özgün bağlamından kopartıldı ve ümmet şuuru çerçevesinde yekvücut olan farklılıklar birbirine düşman edildi.
Yerle kurulan temasımız, derinliğimiz, mensubiyet duygumuz CHP marifetiyle bir bir elimizden alındı.
Nereli olduğunu idrak edemeyecek derece bilinç kayması yaşayan bir nesil yetiştirildi. Bugün ülkemizde kendilerine âlim, hoca, şeyh, üstad denilen hemen herkesten ayrı bir ses çıkıyor.
Kimileri hadisleri inkâr ediyor, kimi Kur’an-ı Kerim’i inkâra yelteniyor. Modernist İslamcılar ise peygamberimize bile İslamcılık öğretmeye kalkıyor. Kültür, sanat, edebiyat, düşünce üretimi neredeyse yok. Fikri, ilmi, içtimai ve mezhepsel anlamda bir parçalanmışlık ve çatışma söz konusu. Hemen herkesin kendine göre bir din anlayışı var.
Diğer taraftan Türkiye'de eğitim aracılığıyla insanlara tarihsiz, ruhsuz, köklerden kopuk tek bir ideolojiye (Kemalizm) mahsus Batıcı bir sistem dayatılıyor. Bu da ortak aklın oluşmasına mani oluyor. Aynı dili konuşamıyoruz.
Oysa önümüzde bin yıllık bir eğitim-kültür birikimine sahip medrese geleneği var. Bakınız, eserlerinden birini çocuğa ithaf eden ve onun ismini veren tek düşünür “Eyyühe’l-Veled” adlı eseriyle Gazali’dir. Önümüzde ne büyük pınarlar duruyor. Ne yazık ki biz bunları değerlendiremiyoruz.
Geçmişte nasıl ki medeniyeti yeniden inşa etmek, siyasi birliği sağlamak, ilmi ve içtimai dağınıklığı toparlamak ve ortak bir dil, ortak bir akıl inşa etmek hedefiyle yeni bir okul sistemi kurulduysa -son on yıldır ısrarla tekrar ettiğim gibi- bugün de böyle bir yeniliğe, okul sistemine ihtiyaç vardır.
Yorum Yazın