Evet, Bir Eğitim Sorumuz Var!
Türkiye’nin en büyük sorunu; kendine münhasır, kendi tarihine, ilim, irfan, kültür birikimine yaslanan özgün bir okul sisteminin olmayışıdır.
Bunun olumsuz sonuçlarını elli yıldır tecrübe eden bir ülkeyiz.
FETÖ’nün bundan elli yıl kadar evvel bu ülkenin okullarını karargâh gibi kullanarak buradan üzerimize bomba yağdıracak, tank sürecek ve kurşun sıkacak kadar gözü kara militanlar yetiştirmesinin arka planını iyi tahlil edemedik.
Bu büyük terör projesinin dış bağlantıları, CIA, MOSSAD ayağı vs. üzerine konuştuk ancak meselenin eğitim boyutunu sahici anlamda masaya yatıramadık. Oysa asıl sorumuz ülkedeki mevcut eğitim sisteminin gevşek ve zayıf karakterli oluşuydu.
Terör örgütleri işte bu zayıf durumdan çok istifade ettiler.
Bilindiği gibi, 19.yüzyıl bir bakıma ahlak canavarlarının grup sadakati yoluyla binlerce cana mal olan bir dönemin adıdır. Ve dönemin eğitim sistemleri de bu doğrultuda kurgulandı ve buna hizmet etti.
Daha da gerilere gidersek, Hasan Sabbah’ın da Alamut Kalesi'nde kurduğu dershaneleri vardı örneğin. Bu dershanelerde Eric Hoffer’in tespitiyle “Hayatını kutsal saydığı bir amaç için feda etmeye hazır” fedailer yetiştiriliyordu.
Demem o ki; “eğitimi nasıl kurgularsanız size hedeflediğiniz kitleyi elinize verir.” Bu önemli araç, dönemin ulus devletleri için bulunmaz bir nimetti.
Eğer hala içinizde vicdan kalmışsa ve kör değilseniz bugün Diyarbakır’daki anaların feryadını duyuyorsunuzdur. Bu anaların çocukları terör örgütü marifetiyle ülkesine düşman birer militanlara dönüştürülüyor.
Oysa onlar anlı şanlı maziye sahip bu toprakların evlatları…
“Bilad-ı Ekrad’ın Osmanlı Devleti’ne iltihakı, İstanbul’un fethi zaferini tamamlayacak derecede ehemmiyetlidir” diyen Bitlisli Şeyh Hüsameddin'in oğlu İdris-i Bitlisi’yi tanıyan, idrak eden, özümseyen bir Kürt çocuğu Kandil’e çıkıp bu topraklara düşman olabilir mi?
Bugün FETÖ bu ülkenin çocuklarından bir ordu kurabilir miydi?
Başörtüsü denildiğinde, İslam, Allah, kitap, peygamber denildiğinde; uyuşturucu komasına giren bağımlılar gibi sağa sola saldıran insanlar varsa bunun nedeni ne olabilir?
Nerede ve nasıl bir eğitim sisteminin ürünüdür bunlar?
Ülkesine yabancı, tarihine yabancı, kendi kültürüne ve değerlerine uzak ancak Batı’ya yakın insanlar nerede eğitim aldılar?
Bir yazımda da ifade ettiğim gibi; “Elli yıldır, aynı toprağın, aynı iklimin, aynı kültürün çocukları, ölüm bayraklarıyla donatılan devrimci ideolojilerin, üniforma manyağı kafası kırık meczup ideologların tuzağına düşürüldü. Gençler, terör örgütleri arasında önceden ödenmiş bir bedel karşılığında transfer aracına dönüştürüldü.”
Peki, nasıl başarabildiler bunu?
Bugün analar ağlıyorsa bunun sorumlusu biraz da bu ülkenin tarihine, değerlerine yabancı bir anlayışla kurgulanmış eğitim sisteminin varlığı değil midir?
Neden bu alana sağırız? Neden kimse dönüp bu ülkenin okullarına bakmıyor? 1924’lü yılların zihin dünyasına göre şekillenmiş bir eğitim sisteminden neden vazgeçemiyoruz?
İnsanlık tarihinin en büyük uygarlıklarına ev sahipliği yapmış, yüksek kültür, sanat ve düşüncenin üretildiği bereketli toprakların üzerinde böyle bir eğitim sistemi mi kurulmalıydı?
İçi aşk dolu, vicdan, ahlâk ve insanlık dolu bir medeniyetin çocuklarıyız biz. Yunus Emreler, Hac-ı Bektaşi Veliler, Pir Sultan Abdallar bu toprakların yetiştirdiği güzel insanlardı. İnsanlığa muazzam bir birikim bıraktılar.
Böylesi bir mirası devralan bizler nasıl oldu da Batı’dan ısmarlama kavramlara, fikirlere ve eğitim müfredatlarına bel bağladık?
Bu ülkede yaşanan sorunların kaynağında insanla/insanî olanla ilgili bir bağın geliştirilememiş ve eğitim, sosyal ve siyasal alanlarda insanın ve değerlerinin atlanmış olması yatmaktadır. Ve ne hazindir ki yıllardır bu ülkenin okullarında işlenen ders kitaplarında farklılıkların birer tehdit unsuru olduğu işlendi.
Nihayetinde eğitim kurumlarının öğrettiği gibi seven, inanan, düşünen dahası düşmanlık besleyen bir birey, içinde yaşadığı toplumun gerçeklerine bir türlü nüfuz edemeyecek ve ona zamanla yabancılaşacaktır. Her karşılaştığı yeni bir toplumsal sorun karşısında da bocalayacaktır.
Biz bunu yaşadık.
Kısacası “insanın kendisini bulmasının, kendi olmasının, özgür olmasının, vatanına, milletine, bayrağına saygı duymasının yolunun eğitimden geçtiği göz ardı edilmemelidir” demeye çalışıyorum.
Unutmayalım. Okullar sadece doktor, mühendis, öğretmen yetiştiren kurumlar değildir. Aynı zamanda soylu duyguların, büyük ideallerin aşılandığı mekânlardır.
İşte şimdi buraya odaklanmalıyız. Buraya ait yeni bir okul sistemi kurmalıyız.
Yorum Yazın