Evanjelizm’in Hedefindeki Ayasofya
1204 yılında düzenlenen 4. Haçlı Seferi’nden sonra yeniden İstanbul’a geldiler. Yıl, 1919.
İstanbul’un manevi havasının İtilaf Devletleri askerlerinin çizmelerince kirletildiği o yıllar... Elbette hedefte öncelikle Ayasofya var. Öyle ki minarelerinin yerine haç çizilmiş resimler, İstanbul’un dört köşesinde dolaştırılıyor.
Lord Curzon, İstanbul nüfusunun yüzde kırkının Müslüman olduğunu ileri sürerek İstanbul’un işgal edilmesi gerektiğini savunuyordu. Azılı bir Türk düşmanı olan Lord Curzon; Ayasofya’nın 9 yüzyıl boyunca bir Hristiyan kilisesi olarak kaldığını ve yeniden aslına dönmesi gerektiğini söylemektedir.
Rumlar bu sözlerle cesaret bulmuş, bir oldubittiye getirilerek Ayasofya’ya çan ve haç takarak kilise yapmanın planlarını kurmaktadırlar. Bu durum Osmanlı hükümetini tedbir almaya mecbur bırakmış. Ayasofya’ya nöbetçi askerler yerleştirilmiştir.
Minarelerine keskin nişancılar yerleştirilir. Etrafına asker yığılır. Plan şudur: “Eğer herhangi bir tecavüz yaşanırsa ve mukavemet kırılacak olursa, minarelerine çan, kubbesine haç takılmasına fırsat vermeden Ayasofya dinamitle havaya uçurulacaktır.”
Türk askerleri çıkarılıp Fransız askerleri Ayasofya’ya yerleştirilmek istendiğinde Binbaşı Tevfik Bey, Ayasofya’yı teslim etmektense içindekilerle beraber patlatacağını söylemiş ve Fransızları böylelikle durdurmuştur. İşte Ayasofya’nın o dönem kiliseye çevrilmesi bu tehditle önlenmiştir.
İstanbul işgal altındadır. Müttefik askerleri şehrin dört bir yanında, her tarafta genelevler açılmış, fuhuş ve alkol almış başını gitmiş. Sarhoş askerler, genelevler, gece hayatı İstanbul’un manevi havasını kirletmiştir.
Hattat İsmail Hakkı Bey’in dükkânına astığı “Bu da geçer Ya Hu” yazılı hat, tüm halk tarafından benimsenmiş ve o dönemi protesto eden bir ifade olmuştur. Allah bir daha o günleri yaşatmasın.
Ne var ki Ayasofya, tek parti döneminde müzeye çevrilmekten kurtulamayacaktır. Amerikan Bizans Enstitüsü kurucusu Thomas Whittemore, İstanbul’daki Bizans eserlerinin restorasyon ve korunması işini üstlenir. Bütün masrafları da kendine aittir. Bizzat Atatürk’le görüşerek gerekli izinleri alır.
Wittermon anılarında “Ayasofya cami iken, restorasyon çalışmaları için Atatürk’ün emriyle kapatıldı” diye yazmıştır. Whittermon’a göre kiliselerin eski kimliklerine kavuşması Tanrı’nın arzusuna dayanmaktadır.
Whittermon'un restorasyon sürecinde Ayasofya’da ibadet edilmesine yönelik her türlü imkân kısıtlanır. Dönemin Maarif vekili Abidin Özmen’in teklifi değerlendirilir ve bir akşam sofrasında alınan kararla Ayasofya’nın müze yapılmasına karar verilir. Müze onarımı gerekçe gösterilerek 1934’de kapatılır.
Papa 11. Pius’un teklifini Mustafa Kemal’e ileten İngiliz gazeteci, Grace Mary Ellison’a verilen cevap şudur. “Ayasofya’yı bir camii olarak korumakla Katolik kilisesinin gerçekten haysiyetini incitiyorsak, onu ya bir müzeye çevireceğiz ya da tamamen kapatacağız. Hiç kimse bizim bilerek Hristiyan kilisesini incittiğimizi söylememelidir.”
Ayasofya, bakanlar kurulu kararı ile 1934’te ibadete kapatılarak ve 1 Şubat 1935’te müze olarak yerli ve yabancıların ziyaretine açılmıştır. 1 Şubat 1935’te tekrar kapılarını açtığında ise artık ruhu alınmış, canı çekilmiş bir havası vardır. Çünkü artık içinde ezan yankılanan, Fatih’in kılıç hakkı olarak aldığı ve ilk cuma namazını kılarak İslam âlemine hediye ettiği camii değil bir müzedir.
Müzeye çevrilirken içinde ibadet edilmesine yönelik, cami karakterine ait olan her şey sökülüp atılmıştır. Yazı levhaları, rahleler, asma kandiller, seccadeler, Sakal-ı Şerif, Kuran-ı Kerim’ler, bütün halılar... Kubbenin ortasındaki Nur Suresi’nin 35. ayeti de kazılarak yok edilmek istenmiştir.
Bilindiği gibi İstanbul’un Doğu Roma’dan önceki ilk yerleşim yeri Ayasofya’nın bulunduğu tepedir. Şehrin ilk yerleşim bölgesi ve ilk mabedi burada inşa edilmiş olup, eski kaynakların pek çoğu şehrin ilk kurucusunun Hz. Süleyman olduğunu yazmaktadır. Ayasofya’nın bulunduğu alanda ilk mabedi Hz. Süleyman yapmıştır.
Ayasofya’nın açılış günü İmparator Justinianos’un, mabedin içine girip, “Tanrım bana böyle bir ibadet yeri yapabilme fırsatı sağladığın için şükürler olsun” dedikten sonra; “Ey Süleyman seni geçtim” diye bağırdığı söylenir.
Ayasofya, Hristiyanlığın mührü olarak görülen bir yerdir. Bakınız 451 yılında toplanan Kadıköy Konsili, İstanbul Patriği ile Papa’nın denkliğini kabul eder ancak bu bir yıl kadar devam eder. Sonrasında ise 1965 yılında Katolik ve Ortodokslar birbirlerini aforoz etme olayına son verdiler.
2014 yılında ise Aziz Andreas Yortusu’nda Papa Françis’in İstanbul ziyareti çok önemliydi. İki kilisenin birliği için bir adım atıldı. O gün Papa çok ilginç bir açıklama yaptı. Uyum anlamına gelen Harmonia sözcüğünü kullanmış ve bunun dünyaya hakim olacağını söylemişti. Sonra Saint Esprit Kilise’sinde yaptığı bir konuşmasında da Harmonia’nın Hz İsa olduğunu ifade etmiştir. Yani, İsa dünyaya hakim olacak demeye getirmiştir. Peki, merkez neresi? Elbette Ayasofya!
Rum Ortodoksların ruhani lideri Bartholomeos ise 2014 yılında Ayasofya yeniden camii olursa mezhep farkı gözetilmeksizin tüm Hristiyan dünyasının büyük bir tepki verebileceğini söylemişti.
Avrupa Parlamento’sunun aldığı Ayasofya kararını biliyoruz. 2018’de Yunan vekil, Nikos Chountis’in önerisiyle; “Ayasofya’nın dini ve tarihi anıtının işlevinin değişimini ve camiye dönüştürülmesini destekleyen her aşırı görüşe karşı çıkıyoruz” şeklinde kendilerince bir önlem almışlardı.
İki önemli hususu bilmek zorundayız. Öncelikle Kudüs merkezli yeni bir dünya imparatorluğu projesinin merkezi gerçekte İstanbul’dur. Kudüs’ü gösterip Ayasofya’yı ele geçirecekler. Çünkü bugün Ayasofya’da Melek Gabriel’in elinde tuttuğu “Glabus Mundi” adlı dünya küresi, papanın Harmonia/İsa ifadesindeki dünyayı hükmetme ve yeni bir tanrı imparatorluğu kurma simgesinin ta kendisidir.
İkincisi; Tevrat’ta Mısır’dan çıkış bölümünde anlatılan bir ayettir. “Seninle orada, Levha Sandığı’nın üstündeki Keruvlar arasında, Bağışlanma Kapağı’nın üzerinde görüşeceğim ve İsrailliler için sana buyruklar vereceğim.”
Bugün Ayasofya’nın kubbesinde Keruvlar denilen dört melek durmaktadır. Ben kutsal emanetlerin burada olduğunu tahmin ediyorum. Bakınız FETÖ’nün 15 Temmuz işgal teşebbüsü dâhil bugüne kadar bilhassa Ayasofya’ya yönelik tek bir hamleleri olmamıştır. Burası vakit gelene kadar koruma altına alınmıştır.
Demem o ki Ayasofya bizim için çok önemli bir yerdir. Başkan Erdoğan’ın cami olarak ziyarete açılacağını söylemesi çok büyük bir adımdır. Fatih’in emaneti bu kutsal mabedi biz de gözümüz gibi bakmalıyız. Vakti geldiğinde de inşallah ibadete açılacaktır. Allah o günleri bize göstersin.
Yorum Yazın