Bir Yüz Yıl Daha Pişman mı Olalım?
Petrolün farkına varıldıktan sonra Osmanlı İmparatorluğunun Petrol rezervlerinin üstünde olduğu da haritalarla belirlenmiştir. Bu Petrole sahip olunması için, Osmanlı Devletinin yıkılması gerekiyordu. Zira Devletin başında bulunan Abdülhamid Hanı buna mani görüyorlardı. Petrolün önünde ki mânia olan Abdülhamid Han, bir şeyin daha önünde duruyordu. O da, Filistin de bir Yahudi devletinin kurulmasıdır. Bu iki hedefe ulaşılmasında, kendilerine engel gözüken Abdülhamid mutlaka devrilmeli idi. Bunun için her yol mübah idi ve kullanılmalıydı.
Abdülhamid Hanın 1876 senesinde Tahta oturduğu esnada İmparatorluğun içinde olduğu hal ve şartları iyi hatırlamak lazımdır. 90 günlük bir 5.Murad Han devri iktidarından sonra, tahta oturan Padişah, karşısında bir kaç ay evvel, önce Hal sonra Şehit edilmiş amcası Abdulaziz Hanın katillerini bulmuştu. Şehzadeliği boyunca önünde ki ağabeyleri ve diğer taht mirasçıları sebebi ile hiç Padişahlığı düşünmemiş olan Sultan Abdülhamid, kaderin cilvesi neticesi beklemediği bir an da kendini tahta oturmuş buldu. Sultan 1.Ahmed zamanından itibaren uygulanan, Ekber ve Erşed (yaşça büyük ve olgun olanın tahta oturması kaidesi) icabı, sıra artık Abdülhamid Han da idi. Abdülhamid Han tahta oturduğunda karşısında gördüğü Mithad Paşa ve avanesi, (ki bunlar amcası Abdulaziz Hanın katilleri idi Yıldız Mahkemelerinde bu ispatlanmıştır) kendisine Meşrutiyet ilanını ve Kanuni Esasiyi ( yeni anayasa ) 23 Aralık 1876'da ilan ettirmişlerdi... Hattı zatında Meşruti İdare kötü bir idare değildir. Bugünkü Başkanlık ya da Cumhuriyet sisteminin bir farklı şekli idi. Sadece başta Cumhurbaşkanı değil, Padişah bulunuyordu ve tahta seçimle değil Ekber ve Erşed metodu ile geliyordu. İmparatorluğu, yine Meclis ve onun içinden Padişahın atadığı Sadrazamın kurduğu hükümetler idare ediyordu. Yönetimde sorun yoktu ama Sadrazamlar ve Hükümetler de sorun vardı. Çünkü bir önceki Padişahın yani Abdülaziz’in katilleri Sadrazam ve Hükümet idi… Abdulaziz sonrası, çok kısa ( 3 ay ) Padişahlık yapıp Ruhsal rahatsızlığı sebebi ile tahttan inmek zorunda kalan, 5.Murad Hanın padişahlığını saymıyoruz. Yoksa onu da tahta oturtan Mithad Paşa ve avanesi idi…
Abdülaziz’i, askeri bir darbe ile başında Kazasker Hüseyin Avni Paşanın olduğu bir Cunta indirmişti. Hüseyin Avni Paşa yalnız değildi tabii ki. En büyük yardımcısı Mithad Paşa ve onun bağlı olduğu Mason locaları ile bugün dahi Dünyayı yöneten, Küresel Faiz Lobisi ve aileleri vardı. Abdulaziz de onlar için bir engeldi. Önce tahttan azlettiler 6 gün sonra da iki bileğini keserek ( aptalca bir intihar süsü verilmiş ama Yıldız mahkemelerinde hakikat anlaşılmış, katiller cezalandırılmıştır )öldürmüşlerdir. Yaptıkları bir askeri darbenin örtbas edilmesi için bir Harp gerekiyordu. Aradıkları Harp tabii ki bir Rus Harbi idi. İngiliz lobisi ve orayı yöneten küresel faiz baronlarının istediği zaten bir Osmanlı Rus Harbi idi... Çünkü Kırım savaşında olduğu gibi Osmanlı Devletine para satmaları Faiz ile borçlandırmaları gerekiyordu. Zaten İngilizlerin en sevdiği şey Türklerle Rusları savaştırmak ve aradan parsayı toplamaktır. Her Rus Harbi Türkiye'nin Osmanlının aleyhinedir. Tarih bunu böyle yazmıştır. 2015 Kasım'ında TSK içerisindeki, günümüz Hüseyin Avni Paşa ve Mithad Paşalarının düşürdüğü Rus Savaş Uçağı nihayetinde Türk Rus savaşı için idi...
Hem Küresel Emperyalizmin menfaati hem de Katledilen mazlum Padişah Abdulaziz Han cinayetinin unutturulması için Mithad Paşa hükümeti, Ülkemizi Rusya ile 93 Harbine soktu... 1877 yılı baharında başlamış ve 13 ay sonra 1878 de sona ermişti. Bu Harp neticesinde Osmanlı Devleti Türk tarihinin en ağır yenilgilerinden birini almıştı. Garp hudutlarımız Tuna nehrindeydi savaş başladığında. 13 ay sonra, savaş bittiğinde ise Ruslar Yeşilköy’e yani İstanbul’a gelmişti. Çok ağır şartlar altında imzalanan Ayastafenos Muahedesi ( antlaşması ) ile Balkanların çoğunu kaybetmiştik. Oysa 13 ay evvel neredeyse Balkanların büyük çoğunluğu bizim 400 yıllık topraklarımızdı. Abdülhamid Han daha 33 yaşında ve tahta yeni oturmuştu. Ülkeyi, Kanuni Esası yani Meşruti idare ile kendisi değil, Mithad Paşanın başında olduğu, Hükümet yönetiyordu. Ayastafenos Muahedesi ile ülkesinin, karşı karşıya kaldığı korkunç hali gören Abdülhamid Han bu andan itibaren idareye tam anlamı ile el koymuş ve Kanuni Esasi şemsiyesi altında imparatorluğu parçalayan bu Mithad Paşa çetesini tutuklatıp Meclisi Mebussan’ ı lağv etmişti. Ayrıca amcasının katilleri olan bu çeteyi de Yıldız Mahkemelerinde yargılatmış ve cezalandırtmıştı.
İşte bu tarihten itibaren yani 1878 den itibaren ancak Abdülhamid Hanın hakiki saltanatı ve dahiyane diplomasisi başlamıştı. İşte buna ilk örnek, 1878 deki Berlin Antlaşmasıdır... Berlin Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu, Rus İmparatorluğu, Büyük Britanya, Alman İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, İtalya Krallığı ve Fransa arasında 13 Temmuz 1878 tarihinde Berlin'de imzalanan barış antlaşmasıdır. Bu antlaşmanın yapılma sebebi Ayastafenos antlaşmasının iptalidir. Yani Abdülhamid Han, Devletinin çok çok aleyhinde olan bu antlaşmayı İngilizlerden aldığı destek ile iptal ettirip, yerine kaybettiği toprakların 4 te 3 ünü geri aldırtacak, Berlin Antlaşmasını imzalatmıştır.
Peki, neyin karşılığında almıştır bu desteği İngilizlerden Sultan Hamid? İngilizlere Hindistan seferleri üzerinde çokça işine yarayacak Kıbrıs Adamızı ÜS olarak kullanma hakkı vererek! Yani şu an da İncirlik’ in ABD üssü olarak kullanılması ne ise Kıbrıs’ın da, İngilizlere veriliş şekli bunun aynısıdır. 100 yıldır Kemalist tarihçiler ısrarla “Kıbrıs’ı İngiltere ye Abdülhamid Han vermiştir” yalanını söylerler. Türkiye için İncirlik üssü ne ise Osmanlı Devleti için de Kıbrıs’ın İngiliz üssü olması odur. Peki, niçin vermiştir bu üssü Sultan Abdülhamid Han? Karşılığında Mithad Paşa devri iktidarının kaybettiği, Balkan topraklarının geri alınması için, Berlin de yapılan Muahedede İngiltere’nin desteğini alabilmek için. Zaten Kıbrıs’ın 1878 de Britanya Krallığına verilmediğinin en büyük iki ispatından biri 14 Kasım 1914 de yani 1.Cihan Harbinin başlangıç tarihinde, İngiltere'nin Kıbrıs’ı ilhak ettiğinin ilanı, diğeri ise Lozan Muahedenamesindeki 20. maddedir… Lozan muahedenamesinin 20'nci maddesine "Türkiye, Britanya Hükümeti tarafından Kıbrıs'ın 5 Kasım 1914'te ilan olunan ilhakını tanıdığını beyan eder" diye yazıldı. Yani Kıbrıs’ı İngilizlere, Lozan da verdik. Konumuz bu değil ama arada yeri geldi bahsetmiş olalım.
Şimdi gelelim Abdülhamid Hanın devri iktidarına. Sultan, bu iktidarını başarı ve Dünya Diplomasi tarihinin görmediği bir dâhiyane tutum ile sürdürmüş, bitmiş- batmış olan bir imparatorluğu 33 sene daha götürmüştür... Başta belirttiğimiz üzere Ortadoğu petrollerinin haritası bu yıllarda çıkartılmış ve Abdülhamid Hanın, bu petrolleri Batıya peşkeş çekmeyeceğinin anlaşılması üzerine, Hal kararı alınmıştır… Sultan için bir Hal kararı da, 1897 de Basel’de Theoder Herzl başkanlığında toplanan 1.Dünya Siyonist Kongresindedir… Siyonistler ve Küreselciler Mason Teşkilatlarını kullanarak Abdülhamid Hanı devirmek için, 4 Koldan taarruza geçmiş ve en nihayet emirlerinde ki Selanik kökenli Hareket Ordusunu, İstanbul’a Padişahın üzerine sürüp Hal’i ( tahttan indirme )yi gerçekleştirmişlerdir... Devamında gelen İttihat ve Terakki iktidarı ise 10 yıl geçmeden, Yahudi ve Mason teşkilatlarının emrinde, İmparatorluğu parça parça edip, bugünkü hudutlarımıza bizi mahkûm etmişlerdir. Küresel Emperyalizm ve emrindeki bu teşkilatlar, sadece Batı yanlısı olarak tahtımızın payitahtımızın üzerine gelmemişlerdir. Müslüman kılığında da Payitahtımıza Tahtta oturan meşru hükümdarımıza saldırmışlardır. İşte o günlerde İslam Dünyasında müessir (etkin) olan İslamcı akımlarında hedefinde hep Abdülhamid Han ve liderliğindeki Devletimiz olmuştur. Küresel Faiz Lobisi, Britanya Krallığının siyasi önderliğinde, bir yandan Batıcı, diğer yandan İslamcı ekoller oluşturmuş, ama hedeflerine hep meşru Osmanlı Hükümdarını oturtmuşlardır... Tıpkı bugün nasıl sağcı, solcu İslamcı, Kürtçü bir muhalefeti tek çatı altında ve Erdoğan'ın Başkanlığındaki, Milli İradeye karşı birleştiriyorsa o günde aynı bugünkü küreselcilerin ataları da Arap Vahhabilerinden İstanbul’daki İslamcılara, Makedonya’daki Mason Localarından, Ermeni çetelerine kadar geniş bir kesimi, Sultan Abdülhamid Hana karşı birleştirmişti. Abdülhamid Hana muhalefet etme modasına kapılmış ve bunu meziyet zannedenler arasında kimler kimler yoktu ki. Tekrar isimlerini sayarak moral bozmak istemem. Çünkü hepimizin çok sevdiği saydığı yazıları kitapları ve şiirleri ile büyüdüğümüz çok güzide şahsiyetler de vardır. İnsanların bilhassa Münevverlerin çok okumuş kariyerli makam sahibi ya da inançlı olmaları, onların basiret ve feraset sahibi olduklarını göstermez. İşte 120 sene önce Sultan Abdülhamid Hana, bugün Sayın Erdoğan’a karşı Siyonistlerle, Haçlılarla, Masonlarla işbirliği yapan kimleri görüyoruz?
Ama şunu da iyi biliyoruz ki, o gün Abdülhamid Hana karşı birleşip devirenlerin kahır ekseriyeti, nasıl ki yaşanan gelişmeleri görüp, pişman olup başlarını duvarlara vurmuşlarsa, bugün böyle bir lüksümüzün olmadığıdır! Biz artık bir 100 yıl daha pişman olup başımızı duvarlara vurmak istemiyoruz…
**
İttihatçıların geldiği son noktayı göstermesi bakımından, Rıza Tefvik'in şiirinin bir bölümünü okumamız dahi yeterli olacaktır. Sultan Abdülhamid tahttayken, İttihatçılarla beraber aleyhinde çalışanlardan olan Rıza Tevfik'in, Abdülhamid Han'ın cenaze törenine müteakip yazdığı bu şiir, o dönemi ve yine o dönemde yapılan hataları görmek için gerçekten büyük bir önem taşıyor.
Rıza Tevfik, bu şiirinde pişmanlığını dile getirmiş, gerçektende samimi itiraflarda bulunarak gerçekleri ayan-beyan gözler önüne sermiştir. İçinde olduğu hâlet-i rûhiyeyi en güzel şekilde anlatmıştır.
SULTAN ABDÜLHAMİD HAN'IN RUHANİYETİNDEN İSTİMDAT
Nerdesin şevketlim, sultan hamid han?
Feryâdım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lâhza uyan,
Şu nankör milletin bak günâhına.
Tahkire yeltenen tac-ü tahtını,
Denedi bu millet kara bahtını;
Sınad-ı sillenin nerm ve sahtını,
Rahmet et sultanım suz-i âhına.
Târihler ismini andığı zaman,
Sana hak verecek, ey koca sultan;
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyâsî padişâhına.
"Pâdişah hem zâlim, hem deli' dedik,
İhtilâle kıyam etmeli dedik;
Şeytan ne dediyse, biz 'belî' dedik;
Çalıştık fitnenin intibahına.
Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,
Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz.
Sade deli değil, edepsizmişiz.
Tükürdük atalar kıblegâhına.
Sonra cinsi bozuk, ahlâkı fena,
Bir sürü türedi, girdi meydana.
Nerden çıktı bunca veled-i zinâ?
Yuh olsun bunların ham ervâhına!
Bunlar halkı didik didik ettiler,
Katliâma kadar sürüp gittiler.
Saçak öpmeyenler, secde ettiler.
Bir asi zabitin pis külâhına.Rıza Tevfik BÖLÜKBAŞI' nın şiirinin bir bölümü.
Yorum Yazın