Amazon Nilüferleri Gibi…
Amazon nilüferleri, Amazon Nehrinin dibindeki bataklığın içinde büyümeye başlarlar ve daha sonra nehrin yüzeyine doğru uzanırlar. Bunun sebebi, yaşayabilmeleri için gerekli olan ışığa ulaşmaktır. Suyun yüzeyine çıktıklarında ise büyümeleri durur ve burada üstü dikenli yuvarlak tomurcuklar boy gösterir.
Bu tomurcuklar ise birkaç saat gibi kısa bir sürede, boyu neredeyse iki metreye varan dev yapraklar olarak açılırlar.
Ne kadar çok yaprakla nehrin üzerini kaplarlarsa o kadar çok güneş ışığından yararlanabileceklerini ‘bilir gibi hareket eden’ bu nilüferler, sonuçta güneş ışığından bol bol faydalanarak, fotosentez yapabilme imkânı bulurlar. Aksi takdirde nehrin dibindeki ışık yetersizliği sebebiyle yaşamlarını devam ettiremeyeceklerini de adeta ‘bilirler’.
Bir bitkinin böylesine ‘akıllıca’ bir taktik izleyebilmesi ise elbette düşünenlere bir şeyler anlatıyor.
Acaba bir nehrin derinliklerinde hayata yeni başlayan tomurcuk, ışığa ihtiyaç duyacağını, bunun noksanlığı durumunda yaşayamayacağını, ihtiyacı olan şeylerin suyun üzerinde mevcut olduğunu nereden bilir? Bunları nasıl düşünür ve alınacak tedbirler arasından en uygununu nasıl seçer ve bunun için gerekli adımları nasıl atar?.. Aklı rehber edindiğini söyleyen bazıları, bütün bu kararları alan ve işleri yapanın bu bitkinin kendisi olduğunu da akılları başlarındayken mi söylüyorlar acaba, merak ediyorum.
Şüphesiz bu hayranlık uyandıran mucize, yeryüzünü adeta bir sanat galerisi gibi harika eserleriyle donatan Allah’ın eseri. Nilüfer bitkisi de o eserlerden sadece biri…
Düşünüyorum da insan hayatı da böyle olmalı değil mi aslında?
İnsan da yaşadığı ‘cahiliye’ bataklığından kurtulup, vahyin aydınlığına çıkmaya çabalamalı.
Çıktığında, “tamam” dememeli. Tomurcuklar vermeli; iman tomurcukları, niyet tomurcukları. O tomurcuklar büyümeli, büyümeli... Ta ki alttaki bataklığı tamamen geride bırakana kadar. Sonra ‘fotosentez’ yapmalı; gittikçe daha fazla soluk almalı.
Ancak şunu da unutmamalı; nilüfer yapraklarının her biri bataklığın derinliklerine uzun kökleriyle bağlı. O halde insan da kendisini köklerine bağlayan hayat kollarını koparmamalı. Aksinde bir bitki gibi kökünden kesildiğinde artık beslenemez hale gelir insan.
Bir ülkeye, bir aileye hissedilen aidiyet insanın kökleridir. İnsan sevgiyi, sığınmayı; hayat boyu kendisine gerekli olan ‘besin’i köklerinden alır. Bitkilerin topraksız, susuz yaşayamadığı gibi insan da kendi kendine yetebilen bir varlık değildir. Hedefine ulaşmak için asıl köklerine tutunmalı.
Köklerinden kopmadıkça ihtiyacı olan toprağı, suyu, havayı özünde taşır ve rüzgârda eğilen fidan gibi değil en güçlü fırtınada bile dik duran çınar gibi yaşar.
Yorum Yazın