1908'den 2023'e Cumhur İttifakı
Dün akşam Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, bugün ise MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin halkımıza açık hitabetleri tarihi birer ders niteliğindedir.
Dosta güven düşmana korku veren içimizdeki vatan haini alçakları deşifre eder mahiyettedir.
Cumhur İttifakı 15 Temmuz gecesi milletin vicdanlarında ve sokaklarda kan dökülerek teşkil olmuş; aynı aşk ve şevkle devam etmektedir...
1000 yıllık davamızın özüdür. Davamızın ismini unutmuş ya da hatırlamak isteyenler olabilir hatırlatmak boynumuzun borcudur.
Ötüken dağlarından huruç ederek akın akın Horasan üzerinden geçip uzun yolculuklardan sonra Anadolu’ya gelen ve bu yolculuk esnasında İslam’la şereflenmiş ve Kızıl Elmasını ''İlay-ı Kelimetullah'' olarak adlandırılmış bir davadır bizim davamız. Yani Türkün İslam’la buluşmasıdır.
Bu dava yani Müslüman Türkün davası; bilhassa 1815 Viyana Kongresinde alınan Şark Meselesi kararları gereği ''Türklerin evvela Avrupa ve Balkanlardan, akabinde ise Küçük Asya denen Anadolu'dan sürülerek tekrar geldikleri yere yani Orta Asya bozkırlarına sürülmesi planının yürürlüğe girmesiyle yeni bir evreye geçmiştir''
1815 sıradan bir tarih değildir. Eğer 1815 ve takip eden yıllarda neler olup bittiğini bilmez, anlamaz ya da hatırlamazsak tekrar Sevr günlerine dönmemiz hiç de hayal olmaz!
1815 yılı Waterloo savaşının yani Britanya Krallığının Prusya ile birlikte olup Napolyon önderliğindeki Fransa’yı mutlak bir şekilde mağlup ettiği savaştan sonra gerçekten yeni bir dünya düzeni başlamıştı. O tarihe kadar Dünyayı İmparatorlar yani hanedanlar yönetiyordu. Tüm ülkelerde mutlakıyet yani monarşik rejimler vardı. Belçika’nın Waterloo kasabasında Prusya bataklıklarında yere serilen sadece Napolyon ve Ordusu değil dünyayı yöneten imparatorluklar düzeniydi aynı zamanda.
Pekiyi yerine ne geliyordu? Aileler ve şirketler hegemonyasının yönettiği bir Dünya. Ailelerin ve şirketlerin kim oldukları başka bir yazı konusu…
Hani günümüzde ''küresel sermaye'' veya Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadesi ile ''Faiz Lobisi'' denilen şirketler. Daha bize 1838 yılında Baltalimanı Ticaret Antlaşmasını dayatıp imzalatan Masonu Azam Koca Reşit Paşanın efendileri. Hani ''Britanya Krallığının daimi dost ve daimi düşmanlıkları yoktur. Britanya Krallığının daimi menfaatleri vardır'' diyen ünlü İngiliz Hariciyecisi ve akabinde Başbakanı olan Lord Palmerson’un arkasında ki efendileri. Anladınız siz işte. Daha açmaya gerek yok başka yazıda inşaAllah…
Şimdi buradan Cumhur İttifakı’na nasıl geleceksiniz diyenler olabilir. O yüzden sözü daha fazla dolaştırmamam lazım.
Evet, alınan karar gereği Türkler evvela Balkanlardan (çünkü zaten Avrupa içlerinden bilhassa Avusturya Macaristan’dan çıkarılmıştı) sonra da Anadolu’dan sürülecekti ya! Tamam, da önlerinde bir mani vardı. Hem de büyük bir mani. O maninin adı ''Hanedani Osmanlı'' idi. Zira yukarda mevzuya girerken bahsettiğim ''Ötüken Dağlarından huruç edip Anadolu ya gelen'' Türklerin yiğit bir boyu idi bu Hanedani Osmani.
O boyun adı Oğuz Boyudur. Bu Oğuz boyunun Osmanlı adında ki hanedanının yönettiği İmparatorluğu yıkmadan Türklerin dolayısı ile Müslümanların Balkanlar ve Anadolu’dan çıkarılması imkânsız idi. Lordlar Kamerasında da Viyana Kongresinde de mevzu hep buydu.
Bu Oğuz hanedanının, bu İsmailoğullarının (Kitab-ı Mukaddeste Müslümanlara verilen ad) Zaten Avrupalı nezdinde Türk demek Müslüman demekti. Müslüman ise İsmailoğulları idi kutsal kitaplarında.
Evet, kendileri gibi İbrahim (A.S) dan olma ama anneleri ayrı olan yani Hacer’den doğma İsmail’in soyundan gelenleri ezelden ebede düşmanları olarak kabul etmemişler miydi?
O İsmailoğulları ki durup durup kendileri gibi üç dininde kutsalı olan Kudüs’ü Şerif-i fethedip durmuyorlar mıydı?
Şimdi de karşılarında 900 seneye yakındır bu Oğuz boyu denen İsmailoğullarını bulmuşlardı.
Öyleyse Avrupalılarca bu hanedanın yıkılması şart idi!!Kutsal Fransız devrimi de yapılmıştı zaten. Aydınlanma tamamlanmış ve ihracaat başlamalıydı. İlk devrim ihracat Almanlar'a Avusturyalılar'a ve en nihai hedef olan Osmanlılara yapılacaktı.
İmparatorluklar Krallıklar yıkılmalı idi.
Evet, ama bu ihracaatı yapmaya çalışan başkentlerde (Paris hariç) Krallıklar, Kraliçelikler hiç değişmiyordu. Varsa yoksa Alman, Avusturya-Macaristan ve dahi Osmanlı Hanedanlıkları hedefleniyordu.
Cumhuriyet, demokrasi, insan hakları, özgürlük vs. bu krallıklara yani Londra’ya, Amsterdam’a, Madrid’e, Brüksel’e, Kopenhagen'e, Stockholm’e, Oslo’ya hiç uğramıyordu.
Batı Avrupa halklarının bu fazilet (cumhuriyet) rejimine ihtiyaçları yok muydu?
Bugün 21. yy’ da dahi bu ülkeler Monarşi veya Meşrutiyetle yönetilmektedir.
Sahi Britanya da İspanya da neden Cumhuriyet yoktur?
Üzerinde biraz kafa yorabilir miyiz?
Çünkü orada ki rejimlerin yeni dünya düzeninin sahipleri ile yani Waterloo'dan sonra İmparatorlukların yerine dünyanın patronu olduklarına inanılan aileler ve şirketlerle bir dertleri yoktu da ondan.
Yeni patronların derdi petrolün keşfedildiği topraklar ve umum itibarı ile bu topraklarda hâkim olan Osmanlı İmparatorluğu idi.
Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluklarını nasıl olsa bir şekilde hal edeceklerdi. Zaten onlar ailedendi. Aslolan bu son İsmailoğullarını hal etmek yani yıkmaktı. (çünkü Dünya’da kendilerine yani emperyalist batıya ve onların yeni sahibi şirketlere sömürge olmamış tek İslam ülkesi Osmanlı Hanedanı idi)
19.Asrın sonlarına gelindiğinde bir sebep daha zuhur etmişti bu hanedanın ve onun yönettiği devletin yıkılmasını gerektiren!
O da Filistin de başkenti Kudüs olan bir Yahudi Devleti kurulması idi. Çünkü Dünyanın yeni hâkimi küresel aileler ve sahip oldukları şirketler öyle istiyorlardı.
Hala meraktayız değil mi söz nasıl Cumhur İttifakı’na gelecek diye?
Az daha sabır!
1897 yılında İsviçre’nin Basel şehrinde toplanmış olan Dünya 1.Siyonist Kongresinde alınan karar ilk önce güzellikle istenildi Osmanlı Hanedanı Devletinden. Dönemin padişahı ve yıktıkları son imparator olacak sultan Abdulhamid Han bu teklifi ret edince onun için Hal kararı verildi. Fakat onu yıkmak için daha evvel yaptıkları şeyler vardı. İşte meselenin püf noktası da burada idi.
O yüzyılın yani 19. asrın sonlarına gelmeden daha başlarında bu küresel aileler Osmanlı Devletinde eğitim, kültür, ticaret ve askeri konularda çok büyük çalışmalar yapmışlardı. Tüm bunları da kendi denetimlerinde ki Mason dernekleri vasıtası ve kapitülasyonların onlara verdiği imtiyazlar sayesinde rahatça gerçekleştirmişlerdi. İşte bu masonik çalışmalarının en mühimi ve Osmanlı Devletini yıkacak olanı 1880’li yıllarda kurulacak olan İttihat ve Terakki cemiyeti idi.
Önceleri gizli olan bu örgüt belli bir süre sonra açıktan da faaliyet gösterecek ve o dönem zinde güçlerin desteklediği aydın (münevver deniliyordu o zamanlar) asker, sanatçı, diplomat, devlet adamı herkes ya masondu ya da bu gizli cemiyetin üyesi idi.
Kullandıkları ana jargonda belliydi. Hürriyet-Uhuvvet-Musavvat yani kanlı ve Giyotinci Fransız Devriminin büyülü kelimeleri...
Protesto kelimeleri de aynı idi.
İstibdat! Kahrolsun İstibdat!
Küresel emperyalizm ve sahipleri, oligarklar, baronlar emrediyor İstanbul’da sokaklar karışıyordu. Onlarca yıldır yaptıkları çalışmaların karşılıklarını alıyorlardı. Abdulhamid Han'ın açtığı mekteplerde yetişen öğrenciler ve mezunlar emperyalizmin emrinde neyin geleceğini bilmeden ''Kahrolsun İstibdat ve Yaşasın Hürriyet'' sloganları atıyorlardı. Hâlbuki gelecek olan Hürriyet dedikleri şey ilk başta kendilerinin kellerini almakla işe başlayacaktı.
Bu sloganları nerede mi diyorlardı?
2013 Mayıs sonu Haziran başlarında Soros’un adam başı 200’er TL ye satın alıp bağırttığı yani Gezicilerin slogan attıkları yerde...
Taksim ve çevresinde toplanan azgın güruh 2013’te Erdoğan’a ne diyorlardıysa 1909’da da Abdülhamid Han’a onu diyorlardı.
2013’te neyi hedefliyorlardıysa 1909’da da onun için bağırtıyorlardı bu azgın cahil mankurtları.
Aynı o günün de İslamcı payandaları mevcuttu bugün olduğu gibi. En sağından en soluna en milliyetçisinden en komünistine en liberalinden en sosyalistine kadar herkes aynı sloganı atıyordu.
Müstebid Abdülhamid (Diktatör Erdoğan der gibi) ve hedefe ulaşılmıştı. ''Direnmeyeceğim ve kardeş kanı dökmeyeceğim’’ diyen Abdülhamid Han gayri meşru hal kararını kabul edip sürgüne gitmişti.
İşte şimdi Cumhur İttifakı’na geliyoruz.
Tarihler Rumi takvimle 31 Mart 1325’i yani 13 Nisan 1909’u gösterdiğinde Taksim Topçu kışlası ve çevresinde ki isyan hareketleri ve İslam Halifesini ''Şeriat Düşmanı'' göstermek gibi bir saçmalıkla Selanik'te bulunan ve tamamen Yahudi ve Mason derneklerinin desteği ile Hüsnü Paşa Komutasında ki 3. Ordu Payitahta yani İstanbul’a doğru sözde isyanı bastırmak ve Şeriatı kurtarmak! Bahanesi ile yola çıkmıştı.
İçlerindeki en kudretli subaylardan biri ise Binbaşı Enver idi.
Daha 9 ay evvel yani 23 Temmuz 1908 de Selanik’te ki 3.Ordudan arkadaşı Resneli Niyazi ile firar edip dağlara çıkmış ve meşru Osmanlı Devleti’ne karşı eşkıya olmuş bir binbaşı olan Enver Bey.
İşte İstanbul yollarında da yine o vardı. Tıpkı Posta Memuru Talat Beyin olduğu gibi. Geldiler Abdülhamid Han’ı (kan dökülmesin diye direnmediğinden) hal ettiler ve gittiler.
Ha gittiler de ne oldu?
İşte daha Hürriyet ilan edildiği gün yani 2. Meşrutiyetle beraber Osmanlı Meclisi Mebusanının açılması ile birlikte dakika 1 Gol 1 olmuştu zaten. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Bosna ve Hersek'i ilhak ettiğini ilan etmişti.
İşte tüm bunların zemininde yer alan belki içlerinde maceracı iyi niyetli ama oyuna gelmiş saf gençlerin subaylarında yer aldığı ‘'İttihat ve Terakki Cemiyeti'' idi. Bu cemiyetin de kurucu veya ileri gelen kurmay kadrosu içinde mason olmayan ve alnı secdeli tek kişi vardı…
23 Temmuz 1908 öncesinin eşkıyası, sonrasının Hürriyet Kahramanı, 1913 sonrasının ise daha 33 yaşındayken Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili, 30 Ekim 1918 gecesinin ise firari haini kabul edilen ve Türk tarihinin en çok tartışılan ismi Enver Bey.
İşte kader Enver Beyin etrafında öyle ağlar örüyordu ki o 10 sene dolmadan bir kahraman, bir hain olup duruyordu.
Şahsi kanaatim şudur ki ''Merhum Enver Paşa asla ve HAŞA hain olmamakla birlikte; gençliğinin, maceracılığının ve heyecan dolu tecrübesizliğinin sadece kendisinin değil ülkesinin de sonunu hazırlamıştı. O 4 Ağustos 1922 yılında Türkistan'da elinde sadece yalın kılıç olduğu halde Rus mitralyözlerine doğru at üzerinde giderken yüzlerce mermiye hedef olup ve inşaAllah şehit olduğunda da aynı hamaset ve fakat samimiyette idi. ‘’
O gün Bayramın 1.günü idi. Devirdiği Abdülhamid Han'ın 1918 Şubat’ında soğuk bir havadaki cenaze merasiminde İmamın sorduğu ''Merhumu Nasıl Bilirdiniz?'' sorusuna başta Talat Paşa ve kendisi olarak gözyaşları içerisinde ''iyi bilirdik'' dedikten sonra dönüp geriye ''madem iyiydi adamı neden devirdik kardeşim?’’ diyen Enver Bey...
Daha 1.Cihan Harbinin devam ettiği sıcak ve hareketli günlerde Beylerbeyi Sarayının yarı zemin katında ev hapsinde olan 34.Osmanlı Sultanı Abdülhamid Han’ı bazen yalnız bazen Talat Paşa ile ziyaret eder sabık sultanın fikirlerini alırlardı.
Ama artık savaşa bir kere girilmişti ve geri dönüş çok zordu. Enver Paşa hattı zatında Saraya damat olduğu için de Abdülhamid Han’a ayrı bir alaka duyar ve sık sık ziyaret ederdi. Lakin onu asıl Beylerbeyi sarayına götüren 33 yıllık muvaffak bir Padişahlık tecrübelerinden müstefid olma isteğiydi.
İşte Enver Beyin hatalarını, gençliğini, maceracı ve tecrübesiz hiddetini bir kenara koyarsak ideali veya Kızıl Elması olan ülkü tıpkı kendinden önceki Osmanlı ve Selçuklu Devlet adamlarının olduğu gibi ''İlay-ı Kelimetullah'' idi. Özellikle 30 Ekim 1918’den sonraki sürgün günleri ve akabinde Orta Asya’daki Büyük Turan Devleti çalışmaları, savaşları hep bu ideal içindi.
Hoş, bunlarında netice alması hayal idi ve yine bir macera peşinde koşuyordu ama ben niyetini söylüyorum hayatından okuduklarımdan.
Abdülhamid Han’a duyduğu pişmanlık ve hayranlık Onun tecrübesi ile buluşamaması belki de 100 yıl sonra Enver Paşanın temsil ettiği Turancı Türk İslamcı ekol ile günümüzde Abdülhamid Han’ın bıraktığı bayrağı aynı ideallerle taşımaya gayret eden Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı 7 Ağustos 2016’da Yenikapı’da Sayın Devlet Bahçeli ile buluşturmuştu...
Bu buluşmalar Sultan Abdülhamid Han ve Enver Bey'in buluşmalarıydı sanki.
O gün gerçekleşemeyen Cumhur İttifak’ı 2018’de gerçekleşti. Artık Sevr’e geri dönüş hayallerinde bulunan emperyalistlerin önünde Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçe'linin olduğu bir Türk İslam Davası var.
O yüzden bu İslam’a Peygamberine ve onun günümüzde ümmeti olduğunu iftiharla söyleyen, her defasında Kudüs-ü Şerif’e vurgu yapan Sayın Erdoğan’a saldırıyorlar.
Biz de tam da bu yüzden onları destekliyoruz ve desteklemeye devam edeceğiz inşaAllah...
Emeğinize ve yüreğinize sağlık. Biz sonuna kadar bu mücadelenin aşkı ile yanıyoruz. Birlik olmak BİR olmak için Ümmeti Muhammed olmak kenetlenmek için sonuna kadar Reisimizin yanındayız. Elhamdülillah Türkiye'nin şahlanışını Avrupa'ya hissettirmeye başladık. Onlar da anlayacaklar İnşallah Küresel sermayenin ve Şeytana satılmış köpeklerin esiri olup kullanıldıklarını...