Osmanlıda İttihatçılar ve İşgal İle Gelişen Umumhaneler
Osmanlı arşiv belgelerine göre 1907 yılında Yeldeğirmeni’nde Söğütlü Çeşme Sokağı’nda “Satye ya da namı diğer Saniye” tarafından işletilen, Tori ve Hûridal adlı kadınları çalıştıran bir ev bulunuyordu..
1912 yılında da Koşuyolu Mahallesi İbrahim Ağa Sokağı’nda bulunan Hasip Bey’in köşkü Rahmiye Hanım tarafından işletilmekte, burada Rahime, Neriman, Hayriye, Vahide ve Ceride adlı sermayeler çalıştırılmakta idi.
1918 yılının Ocak ayında ise Kadıköy Duvardibi Mahallesi Rıza Paşa mıntıkasının, Emniyet Genel Müdürlüğü’nce oluşturulan bir komisyon tarafından umumhanelere tahsis edildiğini görürüz. Bunun üzerine umumhanelerin bulunduğu mahallerin civarında ikamet eden semt sakinleri bu duruma itiraz eder. Sonuç alınamayınca, bu konuyla ilgili peş peşe şikâyet dilekçeleri yazmaya başlarlar. Çocuklarının ve genç kızlarının önünde açıkça fuhuş yapıldığından şikâyet ederek Kadıköy Duvardibi Mahallesi’ndeki umumhanelerin kapatılmasını veya başka bir yere taşınmasını isterler. Mahalleli adına Anadolu Demiryolları komiseri bizzat dâhiliye nazırına bir mektupla başvurur. Mektupta şöyle denmektedir:
“Bundan iki sene evvel Türk ve Hıristiyan, namuslu ve kibar ailelerle meskûn Kadıköy Duvardibi Rıza Paşa Mahallesi’nde polis müdüriyetinin kararıyla iki umumhane açıldı.
Biz hadiseyi duyar duymaz umumhanenin engellenmesi için gerekli yerlere derhal müracaat ettik ama hiçbir netice alamadık.
O zamandan beri aralıksız olarak müracaata devam ediyoruz. Bizi hep oyalıyorlar yahut ‘Pencereni kapat, otur!’ diyorlar. Muhterem Beyefendi! Rıza Paşa, Mühürdar ve Moda ahalisi Kadıköy’ün en kibar, en nazik ve en terbiyeli halkıdır. Burada umumhane hâline getirilmiş altı adet ev vardır ve hepsi ahşaptır.
Her gece duyulan sazlar, şarkılar, kavgalar, kadın bağrışmaları ve silah seslerinin yanında, bu sefil kadınlar görgü kurallarına hiç riayet etmiyor ve çirkin hareketlerde bulunuyorlar. Hatta söylemekten utanıyorum, her şeyi açıkta yapıyorlar. Namuslu aileler arasına saçılan bu ahlaksızlık, bu sefalet, bu müptezellik henüz bir çiçek hâlinde hayata atılmaya hazırlanmış genç kızlar üzerinde bir tesir meydana getirmez mi?”
Yoğun şikâyetler neticesinde dâhiliye nezareti konunun İstanbul Emniyet Genel Müdürlüğü’nce araştırılmasını kararlaştırır. İstanbul Emniyet Genel Müdürlüğü, Kadıköy’deki umumhanelerin bulunduğu mahallin Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından oluşturulan bir komisyonca belirlendiğini, Duvardibi Mahallesi’ndeki umumhanelerin kapatılması hâlinde hayat kadınları ve umumhanelerin diğer mahallere dağılacağını, bunların gittikleri yerlerde de genel ahlakı bozacağını ve bu durumun da halkın şikâyetlerini büsbütün artıracağını ileri sürerek, umumhanelerin mevcut mıntıkalarından çıkarılmasının uygun olmadığını, ahalinin istirahatinin temini için umumhanelerde içki içilmesi ve çalgı çalınmasının yasaklanması hâlinde huzurun sağlanabileceğini bildirmiştir. Kısacası emniyet yetkilileri sorunun çözümü noktasında halktan gelen şikâyetleri her zaman olduğu gibi göz ardı etme yoluna gitmiştir…
1920 yılına geldiğimizde, Sıhhiye Heyeti Müdürlüğü kayıtlarına göre İstanbul’da fuhuş yapılan 175 umumhane bulunduğunu görürüz. Bunlar Hıristiyan ve Yahudi kadınlar tarafından işletilmekteydi. Kadıköy bölgesinde ise Mühürdar Rıza Paşa’da dört, Yeldeğirmeni ve Orta sokakları Moda’da birer umumhane bulunmaktaydı ve bunlar Müslümanlar tarafından işletilmekteydi. Bu evlerde, Üsküdar’dakilerle birlikte 79 kadın çalışıyordu.
Eski bir Kadıköylü olan Mahmut Yesari, Birinci Dünya Savaşı’nda Kadıköy’deki “Türk umumhanelerinin Rızapaşa’da Duvardibi’nde olduğunu söyler. “Duvardibi demek umumhane ve umumhane semti manasına gelmeye başlamıştı” diye ekler. Savaşın sonlarına doğru bu evler Yeldeğirmeni’ndeki Paris Mahallesi’ne taşınır. Duvardibi sözcüğü yerine Paris Mahallesi geçer. Aslında başından beri sokağın gerçek adı Ayrılık Çeşmesi Sokağı’dır. Burada önce Haydarpaşa Garı’nda çalışan yabancı işçiler için evler yapılır. Bu evler 1919 yılı, işgalden itibaren İtilaf Kuvvetleri tarafından fuhuş amaçlı kullanılmak üzere kullanılmaya başlanır..
Müfid Ekdal’da Paris Mahallesi’ndeki genelevlerin, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından işgal kuvvetlerinin İstanbul’a gelişinden sonra, İngilizlerin Galata’daki evlerden getirdiği kadınlarla kurulduğunu söyler: “Paris Mahallesi’nin birbirine bitişik iki katlı, ahşap ve karşılıklı iki sıra evlerinde Kadıköy’ün genelev kadınları oturur, resmi görev yaparlardı.” Müfid Ekdal önce buraya Paris Mahallesi diyor ama ardından buranın aslında bir sokak olduğunu da belirtiyor: “Gece gündüz işler, sık sık olaylar yaralanmalar olurdu. Bu evlerdeki kadınları dost tutanlar, ailesini ihmal edenler, paralarını yedirip sıkıntıya düşenler ender değildi.”
Hafta tatillerinin perşembe öğleden sonra ve cuma günleri olduğu bir dönemi anlatıyor Ekdal: “Perşembe günleri öğleden önce Paris Mahallesi’nin kadınları Kadıköy Hükümet ve Belediye Tabipliği’nde zorunlu muayeneye tabi tutulurdu. Muayeneye gidiş sabahtan başlar, zengin olanlar birer ikişer faytonlara kurulur, beyaz şemsiyelerini açarak, La Dam o Kamelya(Kamelyalı Kadın) edasıyla Kadıköy’e giderlerdi. Orta hâlli olanlar şık elbiseler giymekle beraber, ikişer üçer kişilik kafileler hâlinde yürürlerdi. Fakat bir de üçüncü sınıf kadınlar vardı ki üst baş perişan, ayaklarında takunyalar, sağa sola çatıp türlü şirretlik yaparlar, zaman zaman da saç saça baş başa dövüşürlerdi. Kaldırımlardaki takunya sesleri, şamataları Paris Mahallesi’nden Kadıköy’e kadar alışılmamış bir gürültü yaratırdı. Haftanın bir gününe isabet eden bu geçit resmini izlemek için Haydarpaşa yolundaki evlere başka yerlerden pek çok misafir gelirdi. Herkes pencerelere koşar, üzüntü ile karışık bir merakla sokak hareketi seyredilirdi. Bu gidişin öğleden sonra aynı yoldan dönüşü beklenir, sabah panoramasını kaçıran misafirler kafilenin geliş saatinde pencere önünden ayrılmazlardı.”
Bu kadınların bir kısmının Ege adalarından geldiğini de Thrasivoulos Papastratis’in kitabından öğreniyoruz: “Gökçeada(İmroz) ve Bozcaada(Tenedos)'dan gelen bazı fakir kadınların yolu, hayatın alçak merdivenlerinden inercesine buraya, Paris mahallesine düşmüştü. Adalardaki fakirlikten kaçarak İstanbul’da, zenginlerin evlerinde çalışmak üzere gelenlerden bazıları bu tür yerlere düşmüştü. Çoğu zaman hayat bir roman gibidir; tüm kahramanların melek olmadığı bir roman. Bazen melekler bile en dibe vurabilir ve Paris Mahallesi gibi çamur ve kir dolu sokaklarda kaybolabilirler.”
Burada, bir kırmızı fener(fuhuş yapılan dar sokaklar) arası verelim. İttihatçı cunta iktidarının Osmanlı yönetimi kimi zaman İstanbul’da fahişelerin bulunduğu mekânları işaretlemeyi düşünmüş. 1911 yılına ait bir arşiv belgesinde, mahalleler arasında yer alan genelevlerin dışardan fark edilmesi için kapılarına kırmızı fener asılmasından söz edilmiş. Ancak yerinde bir davranış olmayacağından bahisle bu plandan vazgeçilmiş. Peki buna rağmen Paris Sokağı’ndaki evlere fenerler nasıl asılmıştır..
“1. Dünya Savaşı boyunca fuhuşun gösterdiği artış, 1911’de uygun bulunmayan bu uygulamanın hayata geçirilmesine yol açmış olmalıdır. Kırmızı fenerlerin temel maksadı; fuhuş yapılan evlerle fuhuş yapılmayanları ayırt etmek olduğuna göre, bu fenerler namuslu Osmanlı vatandaşlarıyla diğerlerini ayırmanın basit bir yoluydu.” Aynı dönemde İstanbul’da kırmızı fener asan başka bölgeler var mı, bunu bilmiyoruz. Ama bu uygulamanın 1933 yılında yayımlanan Yeni Fuhuş Talimatnamesi ile kaldırıldığını biliyoruz. Talimatnamede umumi evlerin uyması gereken koşullar belirtilirken, “Bu evlerin önünde kırmızı fener yakılmayacak, odaların pencerelerine buzlu camlar konacaktır” denmekteydi.
İstanbul’daki işgal ile beraber, fahişelerin sayısının bini geçer ama sonrasında, yani işgal ertesinde yabancı askerlerin çekilişiyle beraber, şehrin fahişelere olan talebin de azalmış ve bu fahişe rakamı düşmüştür.
Hükümet umumhanelerin eskisi gibi iş yapmamasından yararlanarak dağınık hâlde bulunan umumhaneleri Köprü’nün Galata Karaköy cihetine toplar. Kadıköy ve Üsküdar’daki umumhaneler de kapatılır.
Mahmut Yesari, sokağın sonunu şöyle anlatıyor: “Paris Mahallesi’nde vukuat aldı yürüdü, zabıtanın bütün dikkatine teyakkuzuna rağmen rezaletlerin önüne geçilemedi ve bu umumi evler, diğer semtlerdeki evlerle birlikte Feridiye’ye nakledildi. Bu sefer de Paris Mahallesi unutuldu, Feridiye ismi nam aldı. Feridiye senelerce vakalar, cinayetler, rezaletler kaynağı oldu, zabıta senelerce Feridiye’nin kahrını çekti.” Yesari bu yazıyı kaleme aldığı 1931 yılında “artık sermayesizlikten mi, rağbetsizlikten mi” bu evlerin teker teker kapandığı ve bugün onlardan ancak üç beş tanesinin kaldığını yazar..
Müfid Ekdal ise sonu şöyle anlatır: “Paris Mahallesi yıllarca görevini yaptı. Fakat nasıl oldu ise, bir gece kafayı iyice çeken kadınlar, Paris Mahallesi’ne göre oldukça aşağıdan geçen treni taşladılar. Trenin camları kırıldı. Bu saldırı Kadıköy’de günlerce konuşuldu. Derhal alınan bir kararla genelevler bulundukları yerden kaldırıldı ve Paris Mahallesi özelliğini kaybetti, tarihe karıştı. Bu sokağın adı halen Ayrılık Çeşme Sokağı’dır.”
Yorum Yazın