O Gün Nefsin Hesap Sorucu Olarak Yeter
İnsanı, "İşittim ve itaat ettim" demekten alıkoymaya çalışan etkenlerden en önemlisi, ‘heva’, yani insanın bencil tutku ve istekleri. Hevanın kaynağı ise insanın içindeki ‘nefs’i. Kur’an'daki ifadesiyle "var gücüyle kötülüğü emreden", şeytanın kontrolü altındaki nefsi.
Allah hepimize kendimizi dürtülerimizden koruma, duygularımızı kontrol altına alma iradesi verdi. İnsan, içindeki kötülüğe teslim olup hayatını nefsinin telkinlerine göre düzenlediğinde tutkularının tutsağı oluyor, adeta içgüdüsel bir yaşam sürüyor.
Dünyevi istek ve tutkularını gözeten insan için ahlâki değerler önemini kaybediyor, sonunda karakterini şekillendiren tek ölçü menfaatleri ve maddiyat oluyor. Allah’ın buyrukları, emrettiği güzel ahlâk, insan hayatındaki önceliğini yitiriyor, dünyevi çıkarlar ön plana geçiyor, arkada ise ‘yığılıp-biriktirilen’ şeyler...
Hayatını nefsinin istek, tutku ve telkinlerine göre düzenlemek, nefsini isyanla, günahla, bozulmalarla örtüp-sarmak, Kur'an'ın ışığına gözlerini kapamak, gücüne, servetine, benliğine güvenmek dünyada zelil olmaktır, ahirette yıkıma uğramaktır.
Her şeyi sona erdiren ‘o gün’ ise çok yakındır. Sura üfürülmesinden hemen önceki olayların herhangi bir günden hiçbir farkı yoktur. İnsanlar günlük yaşamına devam etmekte, birçoğu hayatının amacını ve sonunu aklına bile getirmeden yalnızca günü yaşamaktadır. Bir kısmı ertesi gün arkadaşına giderken giyeceği giysiyi, bir kısmı iş toplantısında konuşacaklarını düşünürken, bazıları uyurken ya da Allah’ı unutmuş kafayı ‘dağıtır’, çılgınca eğlenirken o sesi duyar. “Sur'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar.” (Zümer Suresi, 68) ayetiyle haber verildiği üzere, her şey bir anda başlar ve bir anda son bulur.
Kıyamet günü insanlar, her şeyin çok yolunda gittiğini ve değişmeden devam edeceğini düşündükleri anda, ani bir yakalanışla yakalanırlar. “Ancak o, 'her şeyi batırıp gömen büyük-felaket (kıyamet) geldiği zaman.” (Nazi'at Suresi, 34), ideallerine göre şekillendirdiklerini düşündükleri tüm düzen tersine döner. O günün korkusundan, insanlar değer verdikleri her şeyi bir anda unutur, hırsla bağlandıkları şeylerin bir anlamı olmadığını anlarlar. Bir anda tüm değer yargıları değişir.
İnsanın övündüğü, gücünden dolayı böbürlendiği bedeni hiç ummadığı bir anda her yandan ölümle sarılıp kuşatılır. Kişi yaşadığı korkunun şiddetinden, tutkuyla bağlandığı, sahip olmak için her türlü fedakarlığı göze aldığı hiçbir şeyi o an görmez olur; çünkü o gün yalnızca ‘can derdi’ vardır.
O gün Allah’ın azabı, kişinin ‘göçecek yarın kenarındaki’ yapısının temeline gelmiştir. Çünkü bu insan hayatının temelini Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kurmamış, kendini yeterli görmüş, azgınlaşmış ve güvende zannetmiştir:
İnsan o gün: 'Kaçış nereye?' der. Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok. O gün, 'sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)' yalnızca Rabbinin katıdır... (Kıyamet Suresi, 8-13) ayetiyle bildirildiği gibi, kaçacak yer arar, ancak bulamaz.
Kıyamet günü yaşanan korku ve dehşet, dünya hayatını nefsinin tutkuları ardında sürdüren kişinin aldığı bir karşılıktır. O gün yaşadığı dayanılmaz zorluklarla dolu azap, sonsuza kadar kişinin peşini bırakmaz. Birbiri ardına meydana gelen akla durgunluk veren olaylar, yüz çevirdiği Allah'ın sonsuz gücünü sergiler. İnsan bu güç karşısında alabildiğine aciz, çaresiz ve panik içindedir. Yaşadığı; telafi imkânı bulunmayan bir pişmanlık, üzüntü ve korkudur.
Dünyadayken isteksizce yaptığı, önemsemediği ya da kaçmaya çalıştığı tüm işler ona kayıp olarak geri döner. Allah'ın hoşnutluğunu amaçlamadan yaptığı amelleri boşa çıkar. O, "çalışmış ama boşa yorulmuş"tur.
Allah'ın karşısında tek başına hesap verdiğinde yapıp ettikleri, yapmadıkları ve ertelediklerinin karşılığını en adaletli şekilde alır. Ona, "Kendi kitabını oku; bugün nefsin hesap sorucu olarak sana yeter." (İsra Suresi, 14) denir ve böylece alacağı karşılığı hak ettiğine kendisi de şahit olur.
Allah bizi asla doymak bilmeyen nefsimizin tutsağı olmaktan esirgesin. Peygamberimiz(asm)’ın duası duamız olsun;
“Allah’ım! Nefsime takvasını ver ve onu arındır! Sen onu en iyi arındıransın...” (Müslim, Zikir, 73)
Çünkü;
Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar felah bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)
Yorum Yazın