Çorumlu Mareşal Yedi Sekiz Hasan Paşa…
Hasan Paşa, 1240 (1824) yılında Çorum’da doğar. Babası Mustafa Ağa, annesi de Kezban Hanımdır.
II. Abdülhamid Han döneminin ünlü Beşiktaş karakol komutanıdır. Tarihe geçmesine neden olan hadise de sadece bir sopa ile ihtilali önlemesiydi.
Eskiden ilginç bir yöntem vardı. Tahsil yapamamış ama kabiliyetli insanlar, çeşitli olaylarda kendilerini gösterince durumlarına uygun bir görevle taltif edilirlerdi. Osmanlı tarihinde bu şekilde iş başına gelmiş ve tahsilli meslektaşlarına hizmette fark atmış nice isimler vardır.
Bu yöntem “insan zayi etmemeye odaklanmış” medeniyetlerde başarıyla uygulanmış. Ama tahsilli meslektaşlarından ise hep kıskançlık görmüştür.
Bunlardan biri, Jandarma neferliğinden paşalığa ve nihayet müşirliğe kadar yükselen Yedi Sekiz Hasan Paşa’dır. Çorumludur. Babasının yanında geçim derdinden tahsil görmemiş olduğundan imzasını Arapça yedi ve sekiz anlamına gelen \/\ şeklinde attığından adı “yedi sekiz”e çıkmıştı. Tahsili yoktur ama son derece dürüsttür. Dahası; altı okka yürek taşıyan bir babayiğittir.
On altı yaşındayken babasıyla birlikte gittiği Hac dönüşünden kısa bir müddet sonra askere alınır. Kurası Jandarma eri olarak İstanbul’a çıkar. Sultan Abdülaziz Han kendisini çok sever. Kimsesi olmadığı için kendisine bir anne gibi şefkat gösterip kollayacak bir hanımla evlendirir. Bu hanım sarayda görevli Hazinedar Usta Hacı Hanım’dır. 55 yaşındadır. Hasan’ı uyuya kalsa, yaşlı hanımı onu bir çocuk gibi nazlayarak yatağına yatırırdı. Bu yaşlı kadından Şefika adında kızları olmuştu.
Ancak Çorumlu Mustafa oğlu Hasan’ı tarihe mal eden olaylar, onunla II. Abdülhamid Han arasında geçen tatlı çekişmeyle başlar.
Geleceğin padişahı Şehzade Abdülhamid ki, kimse o günlerde onun padişah olacağını aklına bile getirmemektedir. Zira ikinci veliahttır. Genellikle Hacı Osman Bayırı’ndaki Kudrettepe Köşkü’nde oturmaktadır. Bir gün Balmumcu Çiftliğine at üzerinde giderken yolunun üzerine muhafız neferlerden biri çıkar;
– Yassah hemşerim!..
Veliaht Abdülhamid sert bir tavırla; “Tanımadın mı beni? Ben, ikinci veliahtım” diye çıkışınca, aldığı cevap ilginçtir;
– Veliaht, meliaht dinlemem. Ben, padişahın adamıyım bir tek onu tanırım!..
Sultan Abdülhamid tahta geçtiğinde,padişahına bu derece bağlı adamı unutmayarak aratıp buldurur. Önce subay sınıfına geçirir. Savaş alanlarındaki başarıları sebebiyle rütbesi artar.
Kısa zamanda kendisini çok seven Abdülhamid Han, yaşlı bir kadınla yaşamasını uygun bulmaz; “Hasan, seni bir daha başgöz edeceğim. Hacı Hanım da böyle arzu” ediyor der. Ve onu İncirköylü Hasan Paşa’nın köşkündeki Kafkas Çerkezlerinden Gülnaz adında bir kızla evlendirir. Bu sırada 80 yaşında olan birinci eşi Hacı Hanım yeni evlilere aşırı sevgi bağlayıp, onlara anne gibi davranıyordu. Bu muhterem hatunla birlikte karşılıklı muhabbetle aynı çatı altında ömür sürerler.
Sonra bizzat padişahın isteği ile Ferik (korgeneral) rütbesiyle önemli bir mevki olan Beşiktaş Muhafızlığına getirilir.
Beşiktaş, padişahın oturduğu Yıldız Sarayı ile Dolmabahçe, Çırağan ve Feriyye saraylarını da içine alan hareketli bir yerdi. Bu sebeple, Beşiktaş Zaptiye Karakolu Kumandanlığı öyle her babayiğidin harcı değildi. Bu görevi ifa edecek olanın her şeyden önce padişahına mideden değil yürekten bağlı olması gerekirdi. İşte Hasan Paşa da bağlılığı cesareti ve cüssesi ile bu makam için biçilmiş kaftandır.
Onun bu özelliklerinin yanı sıra akıllı bir kişi olduğunu da zaman gösterecektir. Mesela Çırağan baskınını tek başına müdahale ile önlemesi, Sultan V. Murad Han’ın cenazesi başındaki tavrı, onun cesaret kadar akıl sahibi biri olduğunu da göstermektedir.
Çırağan’da yaşananlar Hasan Paşa’yı Müşir (mareşal) payesine ulaştıracaktır.
Ali Suavi, İngilizlerden aldığı destekle Rumeli muhacirlerini etrafında toplar. Bunlar, 93 harbinde yurtlarından olmuş, zor günler geçirmiş cahil insanlardır. Bir gün Çırağan Sarayı’nı basıp II. Abdülhamid Han’ı tahttan indirmek isterler.
Yerine geçirecekleri ise V. Murad Han ‘dır.
V. Murad’ın, kendi iktidarında Abdülaziz Han’ın şehit edilmesinde yaşanan olaylara yüreği dayanmadığı için psikolojisi bozulmuştur.
Ali Suavi tarafından bir oldu bittiye getirilerek Çırağan’a denizden çıkarma yaparlar.
Hasan Paşa o sıralarda henüz Beşiktaş Muhafızı değildir. Bu görevden zaman zaman ayrılıp, savaşlara iştirak etmiş, sonuncusunda başından aldığı şarapnel yarasıyla İstanbul’a dönmüştür. Olay anında Beşiktaş muvakkithanesinin karşısındaki berberde tıraş olmaktadır. Çırağan’dan gelen silah seslerini duyunca tıraşını yarıda bırakarak saray girişine koşar.
Ne yapacağını şaşırmış halde kapıyı tutan görevli Zeybek Mehmed’e neler oluyor diye sorduğunda şu cevabı alır; “İçeri gir de neler olduğunu görürsün.”
Üzerinde silahı olmadığından, az ilerde gözüne ilişen zaptiye erine peşinden gelmesini söyleyerek, ani bir kararla kapıcının elindeki sopayı kapmasıyla içeri dalması bir olur. Bu arada karakola haber verilmesini tembihler.
İçeri girdiğinde Çırağan Sarayı’nın harem kısmından gelen kadın çığlıkları, “Sultan Murad çok yaşa” naralarına karışıyordu. Giriştikleri tehlikenin sonucunu düşünmeyen zavallı kalabalık Murad Han’ı ortalarına almış bağrışıyorlardı.
Beraberindeki zaptiye neferi ile bir köşeye sinip beklemekte olan Hasan Paşa içlerinde Sultan Murad’ın bulunduğu grubu bir an gözler. Sultan’ın bakışları, oraya zorla getirilmişçesine isteksiz ve ürkektir.
Grup tam önlerinden geçerken birdenbire doğrulur ve elindeki sopayı kaldırarak Murad Han’ı kolundan çekiştiren ve en çok bağıran seyrek sakallı adamın kafasına indirir. Öylesine vurmuştur ki zavallı gık diyemeden yüzüstü yıkılır. Bu şahıs baskın işini tertipleyen meşhur Ali Suavi‘dir.
Oraya zorla getirilen Murad Han sırtını bir duvara dayayıp, sinirlerini iyice bozacak olan çatışmayı ürkek bakışlarla seyreder.
Mangal yürekli Hasan Paşa iri cüssesiyle ve -lütfen dikkat buyurun- elinde sopa ile kalabalığa dalar. Kalabalık pat diye karşılarına çıkan bu eli sopalı karşısında önce şaşırırlar. Ancak bir baterist gibi hareket eden Hasan Paşa’nın bileği bir kaç kafayı daha kırınca akılları başlarına gelerek hep birlikte Paşa’nın üzerine yürürler.
Vaziyet iyice karışınca yanındaki zaptiye neferine ateş etmesi için emir verdiyse de zavallı afallamıştır. O zaman işin başa düştüğünü anlar askerin elindeki 16 mermi atan çok atışlı Vinçester tüfeğini kaptığı gibi ard arda saldırganların üzerine yaylım ateşine başlar. Böylece kalabalığın ilerlemesini durdurur. Tam bu sırada yetişen askerler duruma el koyar.
Başarısız olduklarını anlayan baskıncılardan biri aradan sıyrılıp Sultan Murad’ın üzerine tüfeğini doğrulttuğu sırada; Ruşen adında fedakar bir kalfa ileri atlayarak büyük bir cesaretle adamın elinden tüfeği alır ve muhtemel bir faciayı önler.
Gerçekleşseydi Türkiye’yi batağa sokacak olan bu olay hakkında Hasan Paşa’dan bilgi alan Sultan Abdülhamid Han, bu önemli hizmetini gayet basit bir işmiş gibi anlatmasından çok hoşlanır. Hasan Paşa artık müşir rütbesi ile Beşiktaş karakol komutanı olmuştur.
Hasan Paşa, Ali Suavi’yi kendine getiren sopasına Mehdi adını verip Beşiktaş karakolunun duvarına asar. Karşısına getirilen bir suçluyu konuşturmak için sopanın kabiliyetlerini anlatırdı.
Bölgesinde sağladığı asayişten gayet emindi. Bu sebeple herhangi bir olayda etraftan en küçük yardıma bile tenezzül etmediği gibi, aranmakta olan suçlunun peşine düşen başka memura dahi tahammül edemez, bu defa onu yakalatırdı.
“Be adam, aradığın Beşiktaş’ta ise bana haber vermek yok mu? Yıkın keratayı falakaya” diye cezalandırırdı. Onun bu tavrı, makamını hazımsızlıktan değildi. O dönemde saray civarında II. Abdülhamid Han’a karşı içeriden oluşacak sinsi bir hareketten korumak içindi.
Korktuğunda da haklı çıktı. Sultanın etrafındaki imha çemberini gittikçe daraltmak isteyenler, bu samimi vatanseverin önlerindeki en büyük tehlike olduğunu biliyorlardı.
Hasan Paşa bir gün görev başındayken hastalanır. Gelen doktor lavman yapılmasında ısrar eder. Hasan Paşa neden rahatsızlandığını çok iyi bildiğinden ayak diretirse de zorla yapılır.
Hemen sonra fenalaşarak, baş ucunda bekleyen eşine “Gülnaz, beni zehirlediler. Hasan’ın gidiyor artık” dedikten on beş dakika sonra hayata gözlerini yumduğunda 80 yaşındadır. (1905)
Çok sevdiği ve güvendiği bir insanın ölüm sebebini kimse anlayamaz. Ancak Sultan Abdülhamid Han anlamıştır.
Hasan Paşa muhteşem bir cenaze töreniyle Beşiktaş’taki karakolun yanında, Barbaros türbesinin cadde tarafının önüne defnedilir. Kabrin üzerine etrafı açık bir kubbe yapılır.
Yıllar sonra Barbaros türbesinin etrafı açıldığı zaman kabri Yahya Efendi mezarlığına nakledilir.
Eşi Hatice Gülnaz Hanım da 13 Ağustos 1938 tarihinde Yeşilköy’de Kalitarya(Şenlikbağları) daki köşkte vefat eder.
Hasan Paşa’nın kendine has uygulamaları vardı. Bilhassa sarhoş olup naralananlara hiç göz yummaz, yatırıp bizzat döverdi. Sonra ayağa kaldırıp; “Haydi Allah ıslah etsin” deyip karakoldan kovardı.
Paşabahçe deposuna gaz bidonu götürmekte olan bir taka, lodos sebebiyle Çırağan Sarayı önünde batar. Güçlükle ölümden kurtulup sahile çıkan gemiciler, sevkedildikleri Beşiktaş karakolunda bu defa da Hasan Paşa’nın falaka tehditiyle karşılaştılar. Sebebi de, verdikleri ifadede yüklerinin “bomba” olduğunu beyan etmeleriydi. Halbuki o zamanlar bidonlara argoda bomba deniliyordu. Zapta aynen böyle geçtiği için Paşa falakaya hazırlanırken durum anlaşılır. Hasan Paşa her zamanki fırçalı duasını yapar; “Bunu daha önce neden söylemediniz? Ne diyeyim, Allah topunuzu ıslah etsin!..”
Hasan Paşa’nın ne kadar mert bir insan olduğunu eski padişah V. Murad Han‘ın naaşı tabuta konulurken yaşanan bir olay göstermektedir. Padişahın da bulunduğu cenaze yıkama sırasında yaverlerden biri yeni padişaha yaranmak gayesiyle, Sultan Murad’ın gerçekten öldüğünü anlamak üzere saçlarını parmaklarına dolayarak, şiddetle çektiğini gören Hasan Paşa gürler; “Çek elini utanmaz!.. Allah’tan kork, şu ölüden ibret al… Yarın sen de bu tahtanın üzerine yatacaksın.”
Bu yersiz davranış yetmiyormuş gibi, Hidayet Camii’nin musalla taşına konulan tabutu, yine paşalardan birinin açtırıp ölü halinin bir zabıtla tespitini teklif etmesi üzerine aynı hiddetle; “Bu padişah cenazesi, çocuk oyuncağı değil!.. Tabutu açmaya cesaret edenin kafasını kırarım!..” diye çıkışır. Hiç kimse bir ikinci Ali Suavi olarak tarihe geçmek istemediğinden üstelemez. Böylece Abdülhamid Han’a gösterilecek riyakarlığı önlemiş olur. Onun bu tutumunu Abdülhamid Han ödüllendirecektir. Dikkat buyurun cenaze, istemeyerek de olsa Abdülhamid Han’a karşı yapılan baskında bulunan birisine aitti.
Katıldığı savaşlardan birinde başından aldığı yaranın tesiriyle ara sıra müthiş ağrılar çekmektedir. Bunun üzerine Sultan Abdülhamid’in emriyle yapılan başarılı ameliyatta açılan kafatasının içinden fesine ait püskül parçalarının çıktığı görüldü.
Çorum’dan aldırdığı kardeşi Ömer’i okutarak paşa olmasını sağlayan Hasan Paşa’nın Hatice Gülnaz Hanımdan Emin, Said ve Refik adlarında üç çocuğu dünyaya gelir. Oğullarının ikisi de Sultan Abdülhamid’e padişahlığının sonlarında yaverlik etmişlerdir.
Tek gayesi sultanına bağlılık ve hizmetten ibaret olan bu zatın okur yazar olmaması, kendisini kıskanan okumuşların kıskanmalarına sebep olmuştur. Yaşadığı bazı olayları hoş olmayan alaycı bir üslupla naklederek güya Abdülhamid Han dönemi yerilmektedir. Oysa tenkit diye anlattıkları şu olay da bile Hasan Paşa’nın şahane karakterini görebiliyoruz. O da bilime ve ilim sahiplerine olan saygısıdır.
Bir gün, karakolda bulunduğu sırada, levazım memuru içeri girer. Kışlık odunların getirildiğini haber verecektir. Fakat odun kelimesini komutanına karşı söylemekten haya eder ve “Paşam hatab geldi” der. Hasan Paşa da odun anlamına gelen bu Arapça kelimeyi, Hattat Efendi’nin geldiğini sanarak derhal toparlanıp hürmetkar bir tavır alır; “Söyle içeri buyursun!..” cevabını verir.
Çorum’daki büyük saat kulesi, “Hemşehrilerim vakitlerini öğrensinler” diye, Hasan Paşa tarafından yaptırılmıştır. Aynı yerde bir de, gençler okusun diye, bir kütüphane kurmuştur.
Bu, vatansever, millet evladına… ALLAH (c.c.) rahmeti ile muamele edip, makamını ali eylesin!
Yorum Yazın