Talas Meydan Savaşı Gerçekte Nasıl Oldu?
Türk tarihi, uydurmalar yoluna girmeye muhtaç değildir.
Zeki Velidi Togan
Üç tarih kitabı
Müslüman Türk devletlerinin tarihine dair üç kitapla başlayalım Talas Savaşına dair literatür kritiğimize.
Elimizdeki eserlerin en eski tarihlisi olan M. Çağatay Uluçay’ın İlk Müslüman Türk Devletleri Tarihi’nde mesele gayet vâzıh bir surette ortaya konulmuş aslında. Aşağıda özetliyorum:
Araplar Maveraünnehir’i alıp Sir Derya kıyılarına gelince Çinlilerle karşı karşıya geldi. Türkler Çinliler ile Araplar (“iki ateş”) arasında kaldı. Kaşgar’ın Çin genel valisi, Sir Derya’nın batısındaki topraklarına saldırmaya kalkınca Türkler Ebu Müslim’den yardım istedi. O da Ziyad b. Salih komutasında “büyük bir ordu” gönderdi. Türkler, bu Arap ordusuna katıldı ve Talas şehri civarında yapılan çarpışma sırasında Çin ordusunda bulunan Karluklar “kandaşlarına karşı savaşmak istemediklerinden” çekimser kaldı. Muharebe beş gün sürdü, Çin ordusu kesin bir yenilgiye uğrayınca Türkler yarım asırdan beri batı Türk illerini ellerinde tutan Çinlileri ülkeden kovmuş oldu. Sonuçta Türkler ile Araplar bu ortak başarı sayesinde yakınlaştılar.
Çağatay Uluçay’ın sözlerini Arapların Türklerin çağrısıyla yardıma koştuğu ve büyük Çin ordusunu Türklerin desteğiyle yendikleri, bunun Türkleri Çin baskısından kurtardığı gibi Müslümanlığa girişlerini de hızlandırdığı şeklinde özetleyebiliriz.
Öte yandan Prof. Dr. Erdoğan Merçil’in Müslüman-Türk Devletleri Tarihi adlı kitabında hadise daha muhtasar ele alınır. Buna göre Abbasilerin iktidara geçmesinden hemen sonra, 751 yılında vuku bulan Talas savaşında Araplar Türklerle birlikte Çinlilere karşı savaşmış ve savaşın kazanılması Türklerin bölge üzerindeki üstünlüklerinin devamını sağlamıştı. Bu tarihten itibaren Türk-Arap münasebetleri dostça gelişmiş ve böylece İslam dini “yavaş yavaş” Türkler tarafından benimsenmeye başlamıştı.
Son alarak Prof. Dr. Nesimi Yazıcı’nın İlk Türk-İslâm Devletleri Tarihi adlı çalışmasında ise diğer kitaplara nazaran sözkonusu savaşa epeyce geniş (tam beş sayfa) yer ayırması dikkati çeker. Ne var ki, ilk sayfasının doırudan savaşla ilgiliyken sonrasında uzun uzadıya sonuç ve etkilerinin (Çin kâğıdının Müslümanların eline geçmesi tam bir buçuk sayfa boyunca anlatılır) işlendiği gözden kaçmaz. Yine de üç benzer muhtevalı kitap içerisinde mevzuumuzla ilgili en geniş bilgiyi Yazıcı’nın kitabında buluyoruz.
Buna göre 743 yılında yıkılan Göktürk devletinin (Türgişler de o tarihte zayıflamıştı) ardından Batı Türkistan’da Çin’in önünde duracak ciddi bir kuvvet kalmamıştı. Buna mukabil Arapların Maveraünnehir’de üstünlüğü ele geçirmeleri ve Batı Türkistan’a akınlar düzenlemeleri karşısında “Türk beylerinden bir kısmı (Araplara karşı-MA) Çinlilerden yardım istemişti”. Bu diğer kaynaklarda rastlanmayan ilginç bilgi, iki ateş arasında kalan Türklerin bazen Çinlilerden Araplara karşı, bazen de Araplardan Çinlilere karşı yardım istemelerini mantıklı bir zemine oturtmamıza yardım ediyor. Anlaşılan, büyüyen tehlike karşısında devrin iki süper gücü arasında denge oyunu oynuyorlardı Batı Türkistan’daki Türk beylikleri.
Çin İmparatorundan Araplara karşı kendilerine yardım etmesini isteyen ilk Türk hükümdarının Fergana İhşidi olduğunu öğreniyoruz (712 yılında). Bunu diğer talepler takip etmiş. Lakin Tang hanedanından güçlü imparator Hisuan-tsang önceleri bu taleplere yüz vermezken Türgiş Hakanı Su-lu’nun 737’de öldürülmesi üzerine iştahlanmış. Zira bu ölüm üzerine Türgişler arasında iç savaş çıkmış, tabii ki bölgede bir iktidar boşluğu doğmuş. Nitekim Çin 747 yılında büyük bir orduyla Batı Türkistan’a sefer açmış.
Kuça Valisi Kao Sien-tche komutasında yola çıkan Çin ordusu Taşkent’i almış; Taşkent Beği Bagatur Tudun yakalanıp öldürülmüş. Bunun üzerine Türkler Müslümanlardan yardım istemiş, Horasan Valisi Ebu Müslim de yardıma Ziyad b. Salih komutasında “güçlü bir ordu” göndermiş. 751 Temmuzunda Talas (bugünkü Almaatı) şehri civarında cereyan eden beş günlük savaşın muhtemelen son gününde Göktürklerin bir boyu olan Karlukların Çin birliklerine arkadan saldırmaları üzerine Araplar galip gelmiş. 70 bin kişilik Çin ordusunun büyük bir kısmı savaş meydanında yok edilmiş, 20 bin Çinli de esir alınmış. Komutan bile küçük bir birlikle canını zor kurtarmış.
Dr. Yazıcı sonuçları sayarken Talas savaşının Türk tarihinin akışını yönlendirdiği ve Araplar ile Türkler arasında barış ve dostane ilişkiler dönemini başlattığı, savaş kaybedilseydi Türklerin Budist olmak zorunda kalacaklarını vurgular ve Türkistan’a İslam medeniyetinin mi Çin medeniyetinin mi hâkim olacağının bu savaşla belirlendiğini belirtir.
Diğer taraftan Çin’in batı medeniyetiyle temasının bu savaş sayesinde gerçekleştiği, özellikle kâğıt imalatının Çin’den Müslümanlara, oradan da Sicilya ve İspanya kanalıyla Avrupa’ya taşındığı üzerinde genişçe durulur. Kâğıdın Çin’in dışında ilk defa Semerkand’da imal edildiğinden bahisle uzun bir kâğıt ve kitap tarihi bahsi eklenir. Hatta yel değirmenlerinin de bu savaşla “Avrupa”ya geçtiği söylenir ki münhasıran Türk-İslam devletlerinin işlendiği bir kitapta neden bir buluşun Avrupa’ya intikali bu derecede önemsenir, anlaşılır gibi değildir gerçekten de.
Özetlersek: Türk-Arap ilişkileri başlangıcından yüz yıla yakın bir süre savaşlarla devam ederken Talas’tan sonra “büyük çapta barış ve dostluğa” dönüşecek bir münasebet şekli ortaya çıkmış, bu da Türklerin Müslümanlığı kucaklamalarını kolaylaştırmıştır.
Müslümanlaşma Talas’ta mı başladı?
Bu bilgilerin bir özeti mahiyetinde olmak üzere Prof. Hakkı Dursun Yıldız hoca başkanlığında bir heyet tarafından hazırlanan Lise 2 Tarih kitabından da bir iktibasta bulunmak istiyorum:
Abbasiler’in iktidara gelmelerinden bir yıl sonra Talas Savaşı Türkler ile Müslümanları birbirine yaklaştırmıştır. Hunlar’dan itibaren Çin’in hedefi Türkistan’ı ele geçirmekti. Bu sebeple Türkler’in zayıflaması Çin’i derhal harekete geçirmiştir. Göktürk Devleti’nin yıkılması ve Türk birliğinin dağılması üzerine, 747 yılında Çin, Türkistan üzerine bir sefere çıktı. Çin’e karşı yalnız başına savaşamayacağını anlayan Türkler, Abbasiler’in Horasan valisi Ebu Müslim’den yardım istediler. Ebu Müslim, Ziyat bin Salih kumandasındaki orduyu Çin ordusuna karşı sevketti. İki ordu Temmuz 751 tarihinde Talas nehri kıyısında, bugünkü Almaata yakınında karşılaştı. Beş gün devam eden savaş sonunda Çin ordusu ağır bir mağlubiyete uğradı.
Talas Savaşı’nın Türk, İslâm ve Dünya kültür tarihi bakımından büyük önemi vardır. Bu savaşla Türkler ile Müslümanlar arasındaki savaşlar sona ermiş, bunun yerini dostluk ve ticarî ilişkiler almıştır. (…)
İlk baskısı 1930 yılında yapılan Türk Tarihinin Ana Hatları adlı kitapta atlanan Talas Savaşı’nın ertesi yıl neşredilen Tarih II: Orta Zamanlar adlı ders kitabında genişçe işlendiği görülür. Çinliler Şaş (Taşkent) beyini tevkif ederek Çin’e kadar göndermiştir (ne kadar calib-i dikkattir ki, öldürüldüğünü yazmaz). Türkler Ebamüslim’le (Ebu Müslim’i böyle yazar) beraber olup Çinlileri vatanlarından atma hazırlığına başladılar. Ziyad bin Salih’in kumandası altında toplandılar ve Seyhun boylarına yerleşmeye çalışan Çin ordusu üzerine atıldılar. Çin ordusunda bulunan Karluk Türkleri ırkdaşlarına karşı silah kullanmak istemedikleri için savaş meydanından çekildi. Beş gün süren savaş Çin ordusunun kat’i hezimetiyle sonuçlandı. Sonuçta “Bu şerefli zafer, yarım asırdan beri Garbî Türkellerine tahakküm eden Çin İmparatorluğunu kat’i surette bu sahadan kovmuş oldu. (…) Türkler Ebamüslim ihtilali(y)le Araplara, Talas suyu meydan muharebesi(y)le Çinlilere galebe etmişlerdi.''
Burada izah edemeyeceğimiz kadar tarihi eğip büken çok safsatayla doldurulmuş bulunan bu satırların tenkidine girmiyoruz. Ne var ki hakiki tarihçiler safına geçtiğimizde bu mühim tarihî hadisenin bambaşka yüzleri zuhur etmeye başlar. Mesela Peter Golden Türk Halkları Tarihine Giriş adlı kıymetli eserinde şunları yazar:
Farkı fark eden gözler
Tür-geşler Çaç/Şaş/Taşkent hakimi Çabış’ın 750’-deki isyanına katılmışlar ve T’ang güçleri tarafından hemen yenilmişlerdi. Çabış’ın oğlu (babası T’anglılarca idam edildi) Araplara kaçtı. Bölgeye müdahale etmek için fırsat kollayan Araplar bundan büyük mutluluk duydular. 751 Temmuz’unun sonlarında Talas yakınlarındaki Atlax’da gerçekleşen kaçınılmaz çarpışmada, bir Koreli generalin komutasındaki T’ang güçleri,
Karluk müttefiklerinin Arapların yanına geçmeleriyle tam bir yenilgi tattılar. Bundan sonra Müslümanlar Batı-Güneybatı Orta Asya’da hakim siyasi ve kültürel güç oldular.
Dikkat ettiyseniz Golden’ınki hariç yukarıdaki hiçbir kitap bize Çinlilerce idam edilen Taşkent hâkiminin oğlunun kaçarak Araplara sığındığını, bunun da Arapların Batı-Güneybatı Orta Asya’ya hâkim olmak iştahını kabarttığını anlatmamıştı (tabii Talas Savaşı’ndaki Çinli komutanın aslen bir Koreli olduğunu da). Her adımda önümüze yeni ışıkların düştüğü arayışımıza bu defa aykırı tarihçi Prof. Osman Karatay ile devam ediyoruz.
Karatay’a göre Taşkent hükümdarı Çin imparatoruna karşı vazifelerini yerine getirmediği için bölgeden sorumlu Çinli general tarafından idam edilince veya aynı general Taşkent bölgesinin zenginliklerinden ihtirasa kapılıp onları elde etmek isteyince oğlu hem çeşitli Türk topluluklarına hem de eski düşman Araplara döndü ve yardım istedi. Bir ihtimal Maveraünnehir’deki şehirler (sadece Türklerin yönettiği şehirler değil, Soğdlar da vardı aralarında) bu yeni tehlike karşısında Araplarla birleşerek Doğu Türkistan’ı işgale karar vermişti. Ortak çıkarlar Türk beylerini eski düşmanları Araplarla birlik olup Çin’e karşı ittifaka girmeye zorlamıştı anlaşılan. “Sonuçta Soğd ve kuşkusuz Türk nüfusla desteklenmiş İslam ordusu Talas yakınlarında Çin ordularının komutanı olan Kao-hsien-chih ile karşılaştı ve beş gün süren bir savaştan sonra ağır bir yenilgiye uğrattı.” En-Lin’in ünlü makalesine dayanan yazara göre, Çin kaynaklarında “barbarlar” diye zikredilen Karlukların başlangıçta Çin ordusunda iken isyan etmeleri ve onu arkadan vurmaları, iki ateş arasında kalan Çin birliklerinin yenilmesini getirmiştir.
Münhasıran olmasa da bu yenilginin de etkisiyle Çin’in batı Türkistan’daki ilerleyişi durmuş, dahası Semerkand’a getirilen 20 bin Çinli esir arasında bulunan kâğıt ustalarının burada kâğıt üretimini başlatmaları sağlanmıştır. Prof. Karatay abartmalara karşı çıkıyor ve “Başka bir şey de yok” diye kestirip atıyor.
Yukarıda Golden dışındaki anlatılarda tekrarlananların aslında Barthold’un 120 yıl önceki tespitlerinin tekrarı olduğunu ve bunun neredeyse istisnasının bulunmadığını yazıyor. Bu savaşta yenilmesinin Çin’de deprem etkisi meydana getirdiğini söylemek de bir abartıdır, çünkü “Çin’in Batı Uç Valiliği’nin bir ordusunun Araplar karşısında yenilmesinin ülkede deprem etkisi yarattığını düşünmek Çin tarihini bilmemektir.” Yazara göre Çin’deki kargaşayı kendi iç dinamikleriyle açıklamak gerekir.
Osman Karatay’ın iki itirazı daha vardır geleneksel anlatıya:
1) Karlukların Arapları desteklemesiyle Türkler ile Araplar arasındaki buzların eridiğini zannetmek hatalıdır, zira yakınlaşma süreci bu savaşla başlamamış ve bitmemiştir. Sıkıntı, Orta Çağın başlarındaki bir toplumsal yapıyı 20. yüzyılın şartlarında düşünmeye çalışmaktan kaynaklanıyor,
2) Karluklar kendilerinden mesul bir boydur ve yaptıkları o döneme göre sadece kendilerini bağlar. Bütün Türklere teşmil edilemez. Unutmayalım ki, başlangıçta Çin ordusuna yardımcı olup asker verenler de Karluklardır. “Bütün Türkler yeknesak bir yapıya sahip değildi. Uruk ve boy düzeninde yaşıyorlardı.” Nitekim Karluklar Talas Savaşı’ndan sonra Müslüman olmak için 200 yıl bekleyeceklerdir! Hatta Horasan Valisi Muaz bin Müslim ile Talas Savaşı sonrasında çatıştıkları bilinir.
Yazarın tespitleri nettir: “Karluklar bile Talas’tan sonra Müslüman olmadılarsa bunu genelleyip bütün Türklere teşmil etmek, tarihteki gerçeklerle hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır. Kaderin çok garip bir cilvesidir, Karluklar bundan iki buçuk asır sonra Talas için Müslümanlarla iki defa savaşacaklardır.”
Rüyalar ölmez
Nihayet bu yazıyı yazmama vesile olan Jean-Paul Roux’nun tespitlerine geldik. Türklerin Tarihi adlı kitabında olayı şöyle anlatır Roux:
Çinli general yandaşları arasında bulunan Taşkent kralını (beği) sınır bekçiliği görevlerini yerine getirmediği gerekçesiyle suçlar ve hatasını kabul etmesini ister, özür diletir. Sonra tutuklatıp öldürtür ve servetine el koyar. Göktürkler (Tukyular) yıkılmıştı, Soğd ülkesi İslamiyete karşı ayaklanmıştı, Araplar da kendi aralarında kavga ediyorlardı (Emevi-Abbasi kavgası). Çinli general kolay bir zafer kazanacağını düşünüyordu.
Taşkent beğinin kaçmayı başaran oğlu yardım istedi. Ebu Müslim ve Karluklar yardıma olumlu cevap verdi. Güneyden Araplar, kuzeyden Karluklar Atlaş’ta Çin ordusuyla karşı karşıya geldi. Çin ordusu neredeyse tamamen imha edildi. “Böylece bir günde Orta Asya’nın kaderi belirlendi. Orta Asya, bir Çin Orta Asya’sı olacakken, İslamiyete kucak açmıştı..
J.-P. Roux, Orta Asya adlı kitabında ise savaşı önceki kitapta olduğu şekliyle anlattıktan tabloyu şöyle ortaya koyar:
En önemli sonuç Orta Asya’da tam bir egemenlik kurmak üzere olan Çinlilerin yok edilmesidir. Han ve Tang hanedanlarının hayalleri yıkılmıştır, Bin yıl boyunca bir daha bu düşten hiç söz edilmeyecektir. Orta Asya Çinlileşmek üzereyken Müslümanların eline geçmiştir.
Usta tarihçi mazinin dibini tarayan çıpasını çekip bugün aynı coğrafyanın üzerine doğru fırlatırken tarihin bin yıl arayla da olsa tekerrür etmeyi sevdiğini söyler gibidir:
Ama rüyalar ölmez. Çinliler geri döneceklerdir. Bugün Orta Asya’da yine Müslümanlarla karşı karşıya gelmişlerdir ve şartlar çok da farklı değildir.
Ne var ki asıl büyük sürprizi sona saklamıştır tarihçimiz.
Talas Savaşı’na ordu gönderen Horasan Valisi Ebu Müslim ile savaşı kazanan Ziyad bin Salih kısa bir süre sonra birbirine düşecek ve önce kendisine isyan eden Salih bin Ziyad’ı Ebu Müslim öldürtecek, ardından isyan eden gururlu Ebu Müslim’i Halife. Talas Savaşı’nın üzerinden üç buçuk sene geçmiştir ki, Halifenin sarayına çağrılan Ebu Müslim orada tutuklanıp 13 Şubat 755 günü boğduruldu ve cesedi Dicle Nehrine atıldı. Bu sırada henüz 35 yaşındaydı. Talin cilvesi mi demeliyiz bilmiyorum: o Ebu Müslim ki Irak’ta 8 yıl önce başa geçmeleri için başlattığı ihtilalde uğurlarına canını ortaya koyduğu Abbasi halifesi tarafından öldürtülmüştü.
Hiç ibret alınsaydı!
Jean-Paul Roux bize yalnız tarih anlatmaz, aynı zamanda tarihten ibret almanın ne kadar elzem olduğunu da hatırlatır:
Talas savaşı halifeyi sevindirmiş miydi? Ebu Müslim’in kazandığı bu zaferle güçlenişinden ve önünden duduğu endişeye bakılırsa bu şüphelidir. Ebu Müslim’e çok şey borçludur ama halife nankörlük etmektedir. Vefa borcu ne kadar çok olursa nankörlük kendini o kadar çabuk gösterir.
Ne demiş eskiler:
“Kurbu’s-sultân, âteş-i sûzan.”
Yani: Sultana yakın olmak yakıcı bir ateştir.
Ezber bozan, şaşırtan, ürküten ve düşündüren bir yazı, kaleminize sağlık..