Reklamlar
Geçenlerde okuduğum bir yazıda gözlerime inanamadım. Bunu mutlaka sizinle paylaşmalıyım diye düşünüyorum. Çünkü şimdi okuyacağınız rakam ile siz de eminim en az benim kadar şaşırıp yok artık diyeceksiniz. Yapılan bir araştırma günde ortalama 4,000’den fazla reklama maruz kaldığımızı söylüyor. Evet yanlış okumadınız, tam 4000 reklam…
Düşününce aslında olabilir diyorum. Hele İstanbul gibi bir şehirdeyseniz bu sayı az bile gelebilir. Her adımda, her metrede, her kilometrede, billboardda, yerde, kaldırımda, binada, gökyüzüne bakarken bile göz ucuyla gökdelenlerin tepesinde ve daha aklıma gelmeyen her yerde reklamlar reklamlar reklamlar…
Bu kadar mı? Tabii ki hayır. Cep telefonlarına gelen kısa mesajlar, girdiğiniz web sitelerinin sağında solunda tepesinde çıkan reklamlar, tam bir şey okurken suratınıza doğru geliveren pop-up reklamlar…
Bir kere Google’da arama yapmaya görün… artık o aradığınız şey yapışır ekranınıza. Nereye tıklasanız o baktığınız şeyin reklamı üstünüze üstünüze gelir. Kaçmak kurtulmak istersiniz ama kurtuluşu bulamazsınız…
Geçen gün bir alışveriş sitesine girdim. Epeydir ihtiyacım olan bir ürünü alıp çıkacaktım. Sonuç olarak istediğim ürünün dışında bir de mutfak tartısı alıp siteden çıktım. Sonra fark ettim ki ben ne ara mutfak tartısı almaya karar vermiştim? Şaşıp kaldım. İşte reklamın gücü buydu. Reklamın gücü ve bizim (doğru kelimeyi bulamıyorum) acizliğimiz, güçsüzlüğümüz, psikolojimiz… neyse işte. O reklamlar allem etti kallem etti ve ben mutfak tartısını ne ara alışveriş sepetime ekledim ve ödeme yaptım bilmiyorum. Bakalım ne zaman işime yarayıp koyduğum mutfak dolabından onu alıp kullanacağım.
Bir başka örnek markalarla ilgili. Yeni çıkan ikinci el sanal dükkanlar var. İnsanlar kullanmadıkları her türlü eşyaları oradan satıyor. Çantalar, kıyafetler, ev eşyaları ve daha birçok şeyi orada bulabilirsiniz. Bazılarının alış fiyatı ve markaları var. 800 liraya çanta almışlar, 75 liraya satıyor. Bin liranın üzerinde kazak almış 150 liraya satıyor. Hepsi marka. Nedir bu marka düşkünlüğü? Niye havalı olduğunu düşündürüldüğümüz şeylere böyle bağımlıyız? Bunlar bizim gerçekten istediğimiz veya ihtiyacımız olan bir şey mi yoksa reklamlarla bize almamızın, alırsak özel ve daha mutlu olmamızın dikte edildiği şeyler mi? Bunlara dışsal değerler denir; gerçek değerlerimiz ise içsel olanlardır.
İçsel değerlerimiz çoğunlukla sahip olmakla ilgili değil, yapmakla (örneğin bir müzik aleti çalmayı öğrenmek) veya ilgilenmekle ilgilidir. Önemsediğimiz kişiler için ya da genel anlamda toplum için anlamlı şeyler yapmakla ilgilidir. Bazen de bir şey olmakla ilgilidir.
Bu reklam denen meretten kurtulmanın pek yolu yok gibi görünüyor. Belki biraz sanal gizlilik işe yarayabilir. Size en azından cep telefonlarınızdan veya mailinizden ya da sosyal medya hesaplarınızdan ulaşmayı engellersiniz ama ne yazık ki yok etme imkânınız günümüz teknolojisinde pek mümkün değil.
Az önce bulamadığım kelimeyi şimdi buldum sanırım. İş bizim irademize kalıyor. İrademizi ve belki biraz da nefsimizi kontrol edip reklamın beynimize ve güdülerimize sızmasına engel olabiliriz.
Az reklamlı bol yararlı günleriniz olsun. Aşk’ınız daim, kötülükler ve telaşlar sizden uzak olsun da işleriniz rast gelsin...
Yorum Yazın