Anadolu’nun Kaderi Göçlerle Çizilmişti
Bundan 150 yıl önce Anadolu’nun demografik yapısı bugün bildiğimiz gibi değildi: Gerçi evvel eski Anadolu göç yolları üzerinde bulunuyordu ama demografik yapı büyük ölçüde çeşitli alt kimlikleriyle Selçuklu ve Osmanlı’daki klasik yapısını muhafaza ediyordu. Derken 93 (1877-78) Harbinde Balkanlar ve Kafkaslarda yaşanan ağır toprak kaybı üzerine Anadolu’ya yönelik göçler yoğunlaştı. Ve bu göçler devlet tarafından dikkatle yönetildi. Osmanlı devleti gelen göçmenlerin yaşadıkları bölgeleri kılı kırka yararcasasına inceleyip uygun yerlere yerleştirdi.
Mesela bugün Isparta’nın gül sanayiinin Bulgaristan’ın Kızanlık bölgesinden gelen göçmenler sayesinde ortaya çıkıp geliştiğini bilmemiz lazım. Kızanlık Osmanlı’da gülyağı üretiminin merkezlerinden biriydi. Kızanlıklı göçmenlerden bir bölüğü önce Ümraniye’ye, Hekimbaşı numune çiftliğine yerleştirildi. Buradaki gülyağı deneme üretiminden beklenen verim alınınca ahalinin işin ehli oldukları anlaşıldı ve onlara yerleşecekleri uygun bir yer arandı ve sonunda Isparta’ya yerleştirildiler. Bugün bildiğimiz gül sanayiini orada geliştirdiler.
Başka yerlerden, Abhazya’dan, Ahıska’dan, Dagğıstan’dan vs. Müslüman Kafkas halklarının gelip yerleşmesiyle Anadolu Müslüman bir kimlik kazanmış oldu. Merhum Kemal Karpat hocanın dediği gibi daha önce Anadolu nüfusu hiç bu kadar Müslümanlaşmamıştı. Mevcut bildiğimiz yüzde 90’ı Müslüman olan demografik yapı ancak bu yoğun göçler sayesinde meydana geldi.
Lozan’da yapılması kararlaştırılan nüfus mübadelesi ile 1 milyon 350 bin Ortodoks Rum Anadolu’dan Yunanistan’a gönderildi, aynı şekilde Yunanistan’daki 400 bin Müslüman Türk de Anadolu’ya getirildi. Daha önce 1915’de bir Ermeni tehciri yaşanmıştı malum. Kalan Ermenilerden 100 bini de bu sırada Yunanistan’a gönderildi. Yahudi kökenli Müslümanlar Sabetayistler (Dönmeler) de buna mukabil Selanik’ten Türkiye’ye getirilenler arasındaydı.
Dikkat edilirse Türk-Yunan Mübadelesi etnik köken üzerinden değil dinî kimlik üzerinden yapılmıştır. İstisna olarak Girit Rumları sonradan Müslüman oldukları için mübadeleye dahil edildi. Bir de Türkçeyi çok güzel kullanan, Yunan alfabesiyle Türkçe yazan, bu şekilde kitaplar ve gazeteler çıkarmış olan Ortodoks Karamanlı Rumlar vardı Anadolu’da, Türkçe konuştukları ve yazdıkları halde yine de Yunanistan’a gönderildiler. (Meraklısına kendisi de Karamanlı bir Rum olan Evangelia Balta’nın Gerçi Rum İsek De, Rumca Bilmez Türkçe Söyleriz adlı kitabını okumasını tavsiye ederim.)
Velhasıl trajedileri çok olan mühim bir olaydır Mübadele.
Yunanlarla mübadele bir sürü zorluğa rağmen gerçekleşince mübadeleden muaf tutulan İstanbul’daki Rumlar ile Batı Trakya’daki Türkler yerlerinde kalmıştı. Böylece Yunanistan’la aramızdaki mesele büyük ölçüde halledilmişti. Fakat çevredeki diğer eski Osmanlı ülkelerinde milyonlarca Osmanlı bakiyesi soydaşımız kalmıştı.
Cumhuriyetin 1930’lu yıllarında Bulgaristan’daki Müslüman Türkler açısından ciddi bir problem çıktı. Komünist yönetim orada Müslüman Türkleri Hıristiyan olmaları, Türkçe konuşmamaları, Bulgarca öğrenmeleri için baskı altına aldı. Tabii Türkiye devleti buna o zaman çok ses çıkaramadı, çünkü Bulgaristan’ın arkasında Sovyetler Birliği vardı. Böylece Bulgaristan’dan parça parça, sonuncusu 1980’lerde olmak üzere- yoğun göçler yaşandı Türkiye’ye. Bu göçler Anadolu’nun demografik yapısını bir kere daha değiştirdi. Bulgaristan muhacirleri Türkiye’yi ekonomik, sosyal, hatta dini açılardan değiştirmiştir. Mesela yakinen bildiğim Bursa’da ticarî ve ekonomik hayatı canlandırdılar.
Özellikle 1930’lu yıllarda gelenler Bulgaristan’dayken dinî hisleri baskı altında oldukları için gayret-i diniyeleri kabarmış olarak gelmişlerdi ana vatana. Tek Parti devrinde cemaati epeyce azalmış camilere devam ederek zayıflayan dinî hayatı canlandırdıklarını bugün dahi hatırlayanlar var. O kadar ki, o zamanlar kapalı olan bazı camilerin de açılmasına vesile oldular. Mesela iki camide birden imamlık yapan bir tanıdığımın (Gürbüz Işık) dedesini biliyorum, sırf imam bulunamadığı gerekçesiyle camiyi kapatmasınlar diye birinden öbürüne koşturuyormuş rahmetli.
İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrası göçler devam etti velhasıl.
Keza Yugoslavya’dan Boşnaklar, Arnavutlar vs. aynı şekilde geldiler. Mesela İstanbul Bahçelievler’deki Yenibosna semti Bosna-Hersek’ten gelen Boşnak Müslümanların ilk yerleştirildikleri yerlerden idi ki manidar bir şekilde isminde vatanlarının hatırasını bugün dahi taşır (“Yeni Bosna”).
Zamanla Rodos ve diğer Akdeniz adalarından da Türkiye’ye göç edenler oldu. Hatta çok enteresan, Atatürk zamanında Türkiye yine ülkelerindeki bir iç karışıklık sırasında Suriyeli göçmenlere kapılarını açmıştı. Suriyeli muhacirlerin Güneydoğu Anadolu’da bazı köylere yerleştirildiklerini zamanın günlük gazetelerinden bile okumak mümkündür.
Öte yandan bilakis, Selçuklu ve Osmanlı zamanlarında Türkiye’den Suriye’ye de çok sayıda göçün yaşandığını biliyoruz. Çünkü Suriye o tarihlerde Anadolu’daki birçok bölgeden çok daha gelişmiş (müreffeh) bir vaziyette idi. Bir başka deyişle bugün Suriye’den ülkemize iltica edenlerin bir kısmının ataları Anadolu’dan oraya gitmedir. Kaldı ki Suriyeli mültecilerin bir kısmı zaten Türkmendir, ayrıca çok has Türkçe konuşurlar. Öte yandan kuzey Suriye “ikinci Anadolu” diyebileceğimiz kadar Türklükle yakın temas halinde bulunmuş kadim bir Türk yurdudur.
Türkiye’nin güncel sığınmacı politikası hakkında ise şunları söyleyebilirim:
İki taraf için de kolay bir süreç değildir ama İbn Haldun’un dediği gibi toplumlar pıhtılaşmamak için harekete muhtaçtır.
Tabii ne sığınan ilticayı arzular, ne sığınılan. Kimse tabiatıyla durduk yerde yerinden, yurdundan kopup mülteci olmak istemez. Biliyoruz ki son derece ciddi, hatta hayatî can güvenliği sorunları bulunduğu için iltica etti Suriyeliler. Düşünün, bugün on binlerce suçsuz sebepsiz insan Esed hakimiyetindeki bölgelerde hapishanelerde yatıyor. Aileleri kendilerinden haber dahi alamıyor. Geçenlerde nasıl olduysa 100 mahkûmu affedip serbest bırakmışlardı, Suriye şehirlerinde onbinlerce yakını hapishanelerin çevresinde toplandı acaba benim kocam veya oğlum da serbest bırakıldı mı diye. Nerede olduğunu dahi bilmiyorlardı çünkü.
Vurulanların, öldürülenlerin, insanlık dışı işkenceler altında sakatlananların, kurşuna dizilenlerin bini bir para. Geçenlerde Telegraph gazetesi sayesinde yayılan videolarda gördük: Kendilerine kazdırılan ölüm çukurlarına balık istifi atılanlar, sonra da diri diri üzerlerine kurşun sıkılıp toprağa gömülenler vs.
Suriyeli göçmenler yalnız bize gelmedi ki, dünyanın çeşitli yerlerine dağıldılar. Almanya’ya, Kanada’ya, Arjantin’e kadar gittiler. Öte yandan Ürdün, nüfusu bize göre çok daha düşük ama neredeyse nüfusunun yarısı oranında Suriyeli sığınmacıya kapısını açtı. Bu bir insanlık imtihanı.
Yüzbinlerce insan sınırına yığılınca kapılarını açan Türkiye’de ilk başlarda bir kaos yaşandı elbette. Fakat zamanla işler düzene girdi. Göç İdaresi duruma el koydu. Mülteciler Geçici Koruma altına alınarak muntazam kamplara yerleştirildi, kimlikleri çıkarıldı, bu sırada BM’nin ve AB’nin yardımları yetişti. Bugün Suriyelilere maaş diye dağıtılan paralar bu yardımlardan ödeniyor.
Esasen bir ülkeye göçmenlerin gelmesi her zaman faydalıdır. Amerika ve Almanya neden göçmen alıyor? Çünkü toplumsal tabakaları aşağıdan girerek yukarıya doğru mobilize eder göçmenler. Çalışıp iyi bir yere gelmek isterken ister istemez topluma bir dinamizm getirirler.
Geçenlerde ilginç bir haber çıktı: Almanya’nın çocuk kategorisindeki şampiyon satranççısı Suriyeli bir çocuk olmuş. İnanıyorum ki ileride Türkiye’den de farklı alanlarda başarılı Suriyeliler çıkacak.
Yabancı düşmanlığı yapmaya gerek yok, yapılacaksa en başta yapılmalıydı ama ensarlığa aşina kültürümüz buna müsaade etmedi ve elhamdülillah ki yapılmadı. Aradan 10 küsur yıl geçti, şu anda tam Türkiye’ye entegre olma aşamasındalar. Lakin memlekette suni bir şekilde bir Suriyeli/göçmen/yabancı düşmanlığı hortlatıldığı dikkatlerden kaçmıyor.
Kabul ediyorum; kolay değil, bir ekonomik kriz ortamında göçmenler her zaman göze batmaya başlar ama bunlar neticede kimsenin ekmeğini elinden almıyor ki. Göçmenlerin ülkemize ve ekonomimize yaptığı ve yapacağı katkıları da anlatmamız gerek. 3 milyon 700 bin insan günde bir ekmek yese 3,700,000 adet ekmek tüketiyor demektir. Bu da ekonomiye mühim bir katkıdır. Fırıncı parasına bakar, paranın kimden ve nereden geldiği bir esnaf için önemli midir?
Birkaç yıl önce bir toplantıda Şanlıurfa Valimiz Abdullah Erin anlatmıştı. Urfa’da iki Türk, bir Suriyeli kızı kaçırmak isterken kızın babası yetişmiş ve Türklerden birini öldürmüş. Halk tabiatıyla bu cinayete tepki göstermiş, sebebi ne olursa olsun, Suriyelilerin evlerine ve işyerlerine yürümüşler vs. Vali Bey Suriyelilerin ileri gelenleri toplamış ve onlara ikinci bir emre kadar sokağa çıkmamalarını söylemiş. Onlar da bu emre uymuş, evlerinden çıkmamışlar. Üçüncü gün çarşıyı gezerken esnaf Validen Suriyelileri serbest bırakmasını istemiş, çünkü işleri kesat gitmeye başlamış.
Buna rağmen inanıyorum ki, er veya geç Suriyelilerin bir kısmı ülkelerine geri dönecektir. Çünkü evleri barkları, akrabaları, tarlaları, dükkânları var orada bunların. Vatan sonuçta.
Yakınlarda Cumhurbaşkanımız Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nden gelen paralarla Suriye sınırı içinde biriket evlerden şehir kurulacağını ve 1 milyon göçmeni kendi rızalarıyla oraya göndereceklerini söyledi. Anlaşıldığı kadarıyla BM ve AB’den gelen paralarla devlet Suriye sınırları içerisinde yeni bir şehir veya şehirler kuracak. Esasen orada güvenli bölge oluşturmaya çalışıyoruz. Aslında ta göçler başladığı zaman ABD’ye ve dünyaya söylediği fikri hayata geçiriyor Türkiye. “Gelin, Suriye’de bir güvenli bölge oluşturalım, göçleri orada durduralım” diye diye dilinde tüy bitti Cumhurbaşkanımızın. Ama ABD ve şürekâsı bu makul teklife malum sebeplerle yanaşmadı. İş başa düştü bu yüzden.
Biriket şehir hamlesiyle sınırımızın güneyindeki toprakları boş bırakmayacak, güvenli bölge veya bölgeler oluşturacak ve böylece aynı zamanda gayrı meşru terör faaliyetlerinin de önünü kesmiş olacağız. Türkiye’yi yakinen tanımış ve büyük ölçüde Türkçe konuşabilen 1 milyon insanın sınırımızın güneyine yerleştirilmesi sınır güvenliği bakımından da son derece hayatî bir adım olacaktır.
Tarihimize baksanıza, biraz bilebilsek günümüz meselelerine bakışımız değişecek. Bir yazdıklarınıza bir de günümüz yaygın bakış açısına bakınca ne kadar uzak olduğumuzu anlıyorum tarihimizden kimliğimizden. Bize kim olduğumuzu hatırlattığınız için çok teşekkürler