Suriyeliler için daha ne yapabiliriz?
Kadir Has Üniversitesi’nin “Türkiye Sosyal Siyasal Eğilimler Araştırması 2018” yılı raporunda ilk defa, sığınmacılar “Türkiye’nin en önemli sorunları” arasında sayıldı. Rapordaki verilere göre, sığınmacılar, Türkiye’nin en önemli 7 sorunu arasında yüzde 3 oranıyla 6. sıradayer aldı. Hayat pahalılığı, işsizlik, enflasyon, terör gibi konu/sorun başlıklarından birinin “mülteciler” olması, konuyla ilgili çalışmalar yürüten sivil toplum kuruluşu ve akademisyenler için “dikkat çekici” bir anlam ifade ediyor. Çünkü ilk defa mülteciler “Türkiye’nin en önemli sorunları” arasında yer alıyor.
Mültecileri “Türkiye’nin en önemli sorunu” görenlerin oranının diğer sorun başlıklarına kıyasla daha az olması, konunun ifade ettiği önem ve ağırlığı azaltmıyor. Nitekim aynı araştırmada anket sorularını yanıtlayan neredeyse her iki yurttaştan biri, mültecileri “komşu” olarak kabul ve tercih etmediğini açıkladı (yüzde 45,8).
Öncelikle doğru kavramı bulalım. Ülkemizde yaşayan sığınmacılar “geçici koruma statü” adı altında bulunuyorlar. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ise geçici korumayı şöyle tanımlıyor:2004 tarihli 100 No’lu Birleşmiş Milletler Yürütme Komitesi kararına göre kitlesel sığınmanın varlığından söz edebilmek için uluslararası bir sınıra doğru dikkate değer sayıda insan hareketliliğinin olması, bu hareketliliğin hızlı bir varışla devam etmesi, ev sahibi (karşılayan) devletin yakın dönemde mevcut bireysel sığınma prosedürlerini uygulayamayacak hale gelmesi gerekmektedir. Bu unsurları içeren kitlesel akının süregelir hale gelmesi durumunda geçici koruma sağlanmaktadır.
Geçici koruma, kitlesel akın olaylarında acil çözümler bulmak üzere geliştirilen bir koruma biçimidir. Devletlerin geri göndermeme yükümlülükleri çerçevesinde kitleler halinde ülke sınırlarına ulaşan kişilere, bireysel statü belirleme işlemleri ile vakit kaybetmeden, uygulanan pratik ve tamamlayıcı bir çözüm yoludur.
Evet bugün Türkiye yaklaşık 5 milyon sığınmacıya ev sahipliği yapmaktadır. Yaklaşık 7 yıldır devam eden bu süreç toplum içinde birtakım sıkıntılara ve memnuniyetsizliklere sebep olmuştur. Gündemden düşmeyen bu sorun, yazımım başında da ifade ettiğim gibi ilk defa Türkiye’nin en önemli sorunları arasında yer almış vaziyette.
Öncelikle Türk halkının yardımseverlik, alçakgönüllülük ve misafirperverlik hasletlerinin kimse tarafından sorgulanmaması kanaatindeyim. Tarih boyunca örneklerini sıklıkla gördüğümüz ve daima mazlumun yanında yer almış Türk milleti, ekmeğini bölüşecek kadar iyi niyetli ve merhametlidir.
Peki, artık toplumda had safhaya gelmiş olan bu sorunda Türk milletini faşist, ırkçı, düşküne tekme atan, bana dokunmayan yılan bin yaşasıncı gibi gösteren ithamlar ne kadar doğru? Bakın eğer bu toplum eşcinsellerden sonra ikinci sırada sığınmacılar ile komşu olmak istemiyorsa ortada gerçekten ciddi bir problem var demektir.
7 yılı aşkın süredir, Suriye’deki ayaklanmanın yarattığı ortamda, yoğun bir göç akımıyla karşı karşıyayız. Hükümetin buna yönelik ürettiği çözümler ise kalıcı olmaktan son derece uzak ve yetersiz. “Geçici koruma statüsü” denen şey, tüm eksikleriyle birlikte, adı üstünde ‘geçici’ olmak zorunda. Suriye’de belirsiz bir gelecekte durumun düzeleceği ve göçmenlerin oraya geri gönderileceği inancıyla yürütülen siyaset, büyük sorunlara yol açıyor. Misafir olarak konumlandırılan, sonrasında “geçici” koruma altında oldukları sürekli tekrarlanan insanların, 7 yıl sonunda kalıcı olmaya başladıklarını gören halkın böyle bir tepkisellik içinde olmasını doğal karşılamak gerekmez mi?
Türk-Alman Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı ve Göç ve Uyum Araştırmaları Merkezi MüdürüProf. Dr. Murat Erdoğan’ın da ifadeleriyle 2011 yılında Suriyeliler gelmeden önce Türkiye’de uluslararası koruma altındaki toplam yabancı sayısı sadece 58 bindi. Bu sayı altı senede 65 kat arttı ve 5 milyona ulaştı. Bu çok büyük bir artış ve şükretmek lazım ki şu ana kadar olağanüstü bir sorunla karşılaşmadık. Bir toplum bu kadar insanı, bu kadar kısa sürede ülkelerine alacak ve hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam edecek… Çok zor bir ihtimaldi bu. Dolayısıyla toplumun bu duruma tepki göstermesi kadar doğal bir şey olamaz. Çünkü bilmediğimiz, tanımadığımız insanlar geliyor ülkemize ve bu grup toplam nüfusun yüzde 5’ine ulaşıyor. Üstelik gelen kitleye baktığınızda eğitim durumlarının Türkiye ortalamasının çok altında olduğunu, Suriyeliler arasında okula gitmemişlerin oranının %30'dan fazla olduğunu görüyoruz. Toplumumuzda önceden beri Araplarla ilgili zaten bir takım olumsuz önyargılarımız varken, şimdi böyle bir durumla karşı karşıyayız.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Suriyeli sığınmacılar konusunda reel bir politika izleyemediği daha doğru bir ifadeyle bu günleri göremediği bir aşikâr. Ensarlık, toplumun bir dayanışma anlayışı, duygusu olabilir ama bir devlet politikası olamaz. Türkiye'de Suriyelilere yönelik toplumsal kabul düzeyi son derece yüksek olsa da bu kabullenme ‘kerhen’ bir kabullenme. Hatta buna “kabul” değil, “tahammül” demek daha doğru olabilir. Üstelik bu kabullenme oldukça da kırılgan. Türk toplumu Suriyelilere desteğe hazır ve elinden geleni yapıyor da. Ama birlikte bir geleceğe hiç sıcak bakmadığını da ortaya koyuyor.
Türk toplumunun bu konudaki talep ve endişelerinin ciddiye alınması, sayıca çok daha az mülteci kabul eden ülkelerin acil önlemler alırken bizim bu nüfusla ilgili kesin kararlar almamış olmamız yanlışının bir an önce düzeltilmesi ve eğer ortak bir gelecek öngörülüyorsa da toplumun buna hazırlanmasının gerektiğini naçizane düşünüyorum.
Yorum Yazın