Özgürlük, Hayatı Allah’a Adamaktır
Özgürlük pek çok kez tanımlanmış ancak genelde yanlış anlaşılmış olan bir kavram. Yalnızca Rabbe kulluk etmek, O'na tam bir teslimiyetle teslim olmak, var olan onlarca puta kulluktan kurtulmak; bu, gerçek kurtuluştur, gerçek özgürlüktür.
İnsan türlü türlü yolların fırkası olur, yolcusu olur. Ancak hiç kuşkusuz ‘yol’, Allah'ın dosdoğru yoludur. ‘Yolculuk’ da o yolda Rabbine ulaşmaya çalışmaktır; insanların rızasından sıyrılıp, yalnızca Allah'ın rızasını kazanmaya yönelmek, O’na hicret etmektir. Ki, "Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları Kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Maide Suresi, 16)
Allah'ın buyruklarını göz ardı ederek, yalnızca nefsinin bencilce tutkularını gözeterek yol alan kişi, özgür olduğunu düşünebilir ama yanılır. Çünkü Allah’a tam teslimiyetin kazandırdığı gerçek özgürlüğü bilemez; bu sebeple kıyas da yapamaz. Kıyas yapabildiğinde ortaya çıkan ise özgürlüğün yalnızca Kur’an ahlâkı yaşandığında kazanılabileceği gerçeğidir.
Gerçek özgürlüğe ancak vicdanını tam kapasite kullandığında ulaşabilir insan. Bencil/nefsânî tutkularının tutsağı olmuşken özgür olamaz. Ancak bundan kurtulduğunda insan özgürleşir. Hayatın amacı bitmek tükenmek bilmeyen hevâ ve hevesleri tatmin etmek değil, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaktır. İşte insan yalnızca Allah'a kul olduğunda, Allah'ın dışında kendisini tutsak alacak tüm taptıklarından kurtulur, özgürleşir. İbrahim(as)’ın, babasına seslenişindeki gibi:
"Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun?" (Meryem Suresi, 42)
Dinden yüz çevirerek özgür olacağını zanneden kişi, içinde yaşadığı toplumun kısıtlayıcı ve yasaklayıcı kurallarına uyarak gerçekte özgürlüğü değil tutsaklığı yaşar. Toplumda yerleşmiş yanlış telkin ve batıl inanışlardan kaynak bulan din dışı uygulamalar, kişilerin yaşadığı hapishanenin sınırlarını çizer. Yalnızca Allah'ın kulu olmak yerine, onlarca sahte ilahın emrine giren kişi asla gerçek anlamda özgürlüğü tadamaz.
"Yardım görürler umuduyla, Allah'tan başka ilahlar edindiler. Onların (o ilahların) kendilerine yardım etmeye güçleri yetmez; oysa kendileri, onlar için hazır bulundurulmuş askerlerdir." (Yasin Suresi, 74-75)
Kur’an ahlâkı, toplumun ve bireylerinin insan üzerindeki baskılarını, yaptırımlarını, batıl kurallarını, her türlü bağnazlığı kırar, ortadan kaldırır. Bütün elçiler insanları nefislerinin tutkularına kapılmaktan ya da başka varlıklara kulluk etmekten sıyrılıp yalnızca Allah'a kul olmaya çağırmışlardır. Onlar insanların "ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri” bu şekilde indirmişlerdir.
Kur’an’da, Hz. Meryem'e hamile kalan annesinin, Allah'a yönelerek "…"Rabbim karnımda olanı 'her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım benden kabul et…” (Al-i İmran Suresi, 35) diyerek dua ettiğini görürüz. Annesi bu duasıyla, kızının, insanların hoşnutluğunu gözetmekten uzaklaşarak yalnızca Allah'a kul olmasını, özgür olmasını dilemiştir.
İmrân'ın hanımı diye anılan ve Hz. Meryem'in annesinin ismi İslâmî kaynaklarda Hanne, Hristiyan kaynaklarda Anna diye geçer. İmrân'ın hanımının, karnındaki çocuğunu Allah’a adamasıyla ilgili rivayet ise şöyle: Uzun zaman çocuğu olmayan İmrân'ın karısı bir gün bir kuşun yavrusunu beslediğini görünce buna imrenir ve yüce Allah'a yalvarıp çocuk ihsan etmesini diler. Meryem'e hamile kaldıktan sonra kocası İmrân ölür. Hanne çocuğunu Beyt’ül-Makdis'in hizmetine vermeyi adamıştır.
Beyt’ül-Makdis'e ise hizmet için yalnız erkekler alınır. Sadece Allah’a ibadet ve itaat etsin, sadece Allah’a kulluk etsin diyerek Rabbine adadığı çocuğun erkek olacağını düşünür. Çocuğu kız olunca ise şöyle dua eder; "Rabbim, doğrusu bir kız (çocuğu) doğurdum. Erkek ise, kız gibi değildir. Ona Meryem adını koydum. Ben onu ve soyunu o taşa tutulmuş (kovulmuş) şeytandan Sana sığındırırım." (Al-i İmran Suresi, 36)
Meryem adı İbranicede ‘abide’, Allah’a sürekli ibadet eden anlamına gelir. Allah, Meryem’in annesinin duasını, adağını güzel bir kabulle karşılar. Beyt’ül-Makdis'e hizmete adanan Meryem’i kabul eder. Onu, Zekeriyya(as)’ı vesile ederek bir bitki gibi özenle yetiştirir.
Allah, bir çiçek gibi nazenin ve iffetli yetişen adanmış Meryem’i, Cebrail aracılığıyla İsa(as) ile müjdeler. Allah'ın bir mucizesi olarak, Meryem, insan eli değmeden hamile kalır ve böylece İsa(as) doğar. Rezzak olan Allah, kullarını ummadıkları yerlerden rızıklandırandır.
Allah'ın yarattığı kadere içten boyun eğen Hz. Meryem, kavminin tüm iftiralarına karşı Allah'a teslim olur. "… 'Ey Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın. Ey Harun'un kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın, utanmaz (bir kadın) değildi." (Meryem Suresi, 27-28) gibi ağır sözlere rağmen insanların düşüncelerini önemsemez. Tevekkülünün ve sabrının karşılığı olarak Rabbimiz, Hz. İsa'yı beşikte konuşturur ve Hz. Meryem’i iftiralardan temizler.
Allah’ın, “… Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve âlemlerin kadınlarına üstün kıldı" (Al-i İmran Suresi, 42) ayetiyle âlemlerin kadınlarına üstün kıldığını haber verdiği Meryem’in tevekkülü ve sabrıdır iffet. Zina ile suçlansa da sonu tutsaklık değil, özgürlüktür.
O halde Meryem gibi olmak istiyorsak fânî bedenimizi o Hayy olana adayalım ki, gönderdiği rızık sofrasıyla bedenimiz beslensin, ruhumuz sonsuza açılsın. Görmediğin Allah’a adanmak, O’nun için canını verebilmek; Allah bunu çok beğenir. Aşkın en güzel ifade şekli budur; kendini adamak. Birçok sevgi karşılıklı olur ama burada karşılık yok, sadece Allah’ın rızası vardır.
Hayatını Allah’a adamak, insanı tüm kötülüklerden arındıran, insanın kalbine güven duygusu ve huzur indiren, sonsuz hayatında da –Allah’ın dilemesiyle-kurtuluşa ulaşmasına vesile olacak olan en önemli yollardan biridir.
Özgürlük gerçek anlamda ruhta hissedilen bir kavramdır. Özgür insan, Allah'ın kalbine yerleştirdiği ferahlık, güven ve huzur duygularını yoğun hisseder. Bu sebeple özgürlük iman, takva, tevekkül ve teslimiyet ile doğrudan ilişkilidir. Gerçek anlamda özgür olan insan, kalbi “Allah'ın zikriyle mutmain” olan insandır.
İnsanın kalbinde hissettiği darlık ve sıkıntı, ruhsal özgürlük olmadıkça fiziksel özgürlüğün de olamayacağını gösterir. İnkâr içindeki kişi fiziksel açıdan özgür gibi görünse de onun yaşadığı, gerçek anlamda özgürlük, huzur ve mutluluk değildir. Rabbinin sınırları içinde yaşayan insan, özgür olduğunu düşünerek sınır tanımadan yaşayan ancak kalbi darlık içindeki kişiden daha özgürdür. Çünkü Rabbi kalbine huzuru raptetmiştir.
İnanan insan yaşadığı her olayda sınandığının şuurunda, kararlılığı ve tevekkülü yaşar. İman etmeyenleri bekleyen son ise, "Elleri boyunlarına bağlı olarak, (cehennemin) sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yok oluşu isteyip-çağırırlar. Bugün bir yok oluşu çağırmayın, birçok (kere) yok oluşu isteyip-çağırın." (Furkan Suresi, 13-14) ayetleriyle haber verilir. Özgür olacağını sanarak Rabbinden yüz çeviren insan, Allah’ın dilemesiyle, üzerine kilitlenmiş daracık mekânlarda, zincire vurulmuş şekilde sonsuza dek tutsak olarak yaşayacaktır.
Allah için yaşamak, insanları her türlü dünyevi sıkıntıdan kurtarır. Gelecek ve hastalık korkusundan, işini, mallarını, sahip olduklarını yitirmeye dair endişelerden uzaklaştırır. İman eden insan, hayatındaki insanlara benlik vermenin ve sahte ilahlara kulluk etmenin baskısından kurtulur. Sonsuz akıl ve güç sahibi, her şeyi denetimi altında tutan Allah'a yönelip bağlanır. Ve yapıştığı bu ‘kulp’ asla kopmaz.
Kur'an ahlâkını yaşama çabasındaki insan her şeye Allah aşkıyla bakar, sevgiyle yaklaşır. Kur'an ahlâkı, insan ruhundaki sevgiyi alabildiğine sonsuza doğru açar, aksi halde sevgi ve tutku boğulmuş, dolayısıyla kişi tutsak edilmiş olur.
Onlarca ilaha kulluğa sürükleyen bu sistemi reddedip, Allah’ın sisteminde yaşayan kadın ya da erkek, hayatlarını Allah’ın hoşnutluğu üzerine kurmuşlardır. Güzel ahlâk gösteren samimi inananlar dünyada olduğu gibi, ahirette de “genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allah'a ve Resûlü'ne iman edenler için hazırlanmış” sonsuz cennette sonsuz özgürlüğü yaşayacaklardır
Yorum Yazın