İklim Eyleminin Analizi - 1
12 Mart 2025, Çarşamba 23:28 275 kez okundu.Sürdürülebilirlik mi, Siyasi Yapılandırma mı? İklim Eyleminin Küresel ve Demografik Değişimler Açısından Analizi
İklim değişikliği ve sürdürülebilir kalkınma kavramları, günümüz küresel politikalarının merkezinde yer almaya devam ediyor. Birleşmiş Milletler'in 2015 yılında ilan ettiği Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SKA) çerçevesinde, SKA 13: İklim Eylemi, iklim değişikliğiyle mücadelede en kritik hedeflerden biri olarak kabul edilmektedir. Türkiye’nin de içinde bulunduğu birçok ülke, son yıllarda karbon emisyonlarını düzenlemeyi, karbon fiyatlandırmasını getirmeyi ve iklim değişikliğine uyum stratejilerini güçlendirmeyi hedefleyen yeni yasa teklifleri sunmaktadır. İklim Kanunu Teklifi, çevresel çözümler çerçevesinde sunulsa da, bu düzenlemelerin ekonomik ve sosyo-demografik yapılar üzerindeki etkileri tartışmalıdır. UNESCO Greening Education Partnership (GEP) üyesi ve aynı zamanda Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ve Eğitim dersini veren biri olarak, bu konudaki analizlerimi ve kaygılarımı yazıya dökmeye karar verdim.
Yeşil Mutabakat ve Küresel İklim Anlaşmaları
Küresel ölçekte iklim politikalarının gelişimi, Kyoto Protokolü ve Paris Anlaşması gibi kritik uluslararası anlaşmalar çerçevesinde şekillenmiştir. Bu sürecin devamında, 2021 yılında Avrupa Yeşil Mutabakatı yürürlüğe girmiş, karbon fiyatlandırma ve Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (CBAM) gibi yeni uygulamalar hayata geçirilmiştir. Ancak, bu politikaların gerçekten çevreyi koruma amacı taşıyıp taşımadığı mı, yoksa belirli ekonomik ve siyasi dönüşümleri hızlandırmak için bir araç olarak mı kullanıldığı halen tartışma konusudur.
Küresel ölçekte getirilen bu düzenlemeler karşısında öncelikle şu temel soruyu sormamız gerekir: En fazla karbon salınımı yapan ülkeler kimler ve gerçekten etkin önlemler alıyorlar mı? Bugün dünya genelinde karbon emisyonları artmaya devam ederken, büyük ölçekteki kirliliğin kaynağı olan ülkeler üzerinde etkili yaptırımların uygulanmadığı gözlemlenmekte. Çin, ABD ve Hindistan gibi ülkeler, küresel karbon salınımında başı çekerken, gelişmekte olan ülkeler üzerinde sıkı düzenlemeler ve karbon vergileri dayatılıyor.
-
Çin, yıllık 12,7 milyar ton CO₂ salınımıyla dünyanın en büyük karbon salımı yapan ülkesi konumundadır.
-
ABD, yıllık 6 milyar ton CO₂ emisyonuyla ikinci sırada yer almaktadır.
-
Hindistan, 3,4 milyar ton CO₂ salınımıyla küresel emisyonlarda büyük bir paya sahiptir.
-
Avrupa Birliği ülkeleri, toplamda 3,3 milyar ton CO₂ salınımına sahipken, Rusya 1,8 milyar ton CO₂ emisyonuyla onları takip etmektedir.
Bu noktada, haklı olarak şu eleştiriyi yapabiliriz: Küresel ısınmaya neden olan asıl aktörler değişmeden, uygulanan politikalar gerçekten çevresel fayda sağlayabilir mi? Daha önemlisi, bu politikalar, çevreyi koruma misyonu taşıyan adil ve bilimsel çözümler mi, yoksa belirli ülkeler ve sektörleri avantajlı hale getiren ekonomik enstrümanlar mı? Eğer büyük karbon salınımı yapan ülkeler ciddi yaptırımlarda yer almazsa, gelişmekte olan ülkelerde uygulanan karbon vergileri ve düzenlemeler küresel ısınma ile mücadelede ne kadar etkili olabilir?
Karbon Vergileri ve Ekonomik Adaletsizlik
Son yıllarda karbon vergileri ve Emisyon Ticaret Sistemleri (ETS) gibi mekanizmalar, sanayi sektöründeki karbon salınımını azaltmak amacıyla devreye alınıyor. Ancak bu sistemler, yüksek vergi yüküne sahip ülkelerde özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ) üzerinde ciddi bir ekonomik baskı oluşturarak adaletsiz bir mali yük yaratıyor. Türkiye gibi halihazırda ağır vergi yüküne sahip ülkelerde ek karbon vergilerin getirilmesi, ekonomik büyüme üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. Üstelik, daha yeşil bir ekonomik dönüşüm hedeflenirken, bu vergilerin halk üzerindeki yükü de giderek artacaktır.
Düşük karbonlu teknolojilere geçiş, hızlı bir şekilde gerçekleşmesi beklenen bir süreç değildir. Sanayi ve enerji sektörleri için uzun vadeli, aşamalı bir geçiş planı ve devlet destekleri olmadan, üretim maliyetlerinin artması kaçınılmazdır. Bu da tüketicilere daha yüksek fiyatlar olarak yansıyacaktır. Eğer bu politikalar dikkatli uygulanmazsa, enerji ve sanayi sektörlerinde ciddi ekonomik sorunlar çıkabilir.
Bununla birlikte merak edilen diğer bir konu ise iklim politikalarının getireceği finansal yükün yanı sıra karbon ayak izi, kredi notu ve adaptasyon süreci için sağlanacak kredi imkanları ile faiz oranlarının nasıl belirleneceğidir. Bunların her biri halk ve işletmeler için yeni vergi yükü iken iklim politikacıları için ise vergi çeşitliliği mi olacak?
İklim Kanunu ve Demografik Değişim Endişesi
Son dönemde, hepimizin takip ettiği üzere ülkemizde İklim Kanunu Teklifi gündemde. Bu teklif, karbon emisyonlarını denetlemeyi, yeşil ekonomi dönüşümünü teşvik etmeyi ve iklim değişikliğine uyumu sağlamayı amaçlıyor. Ancak yasa teklifinin ekonomik, sosyal ve demografik sonuçları dikkate alındığında, iklim politikalarının yalnızca çevresel faktörlerden ibaret olmadığı, aynı zamanda toplumsal dönüşümlerle de doğrudan ilişkili olduğu açıkça görülmektedir.
Özellikle, ‘kırılgan gruplar öncelikli olmak üzere (Madde 2-(a))‘ gibi maddelerin iklim yasasıyla doğrudan bağlantılı gibi görünse de, aslında demografik yapıyı ilgilendiren düzenlemeleri içermesi dikkat çekicidir. Oldukça kapsamlı bir tanıma sahip olan kırılgan gruplar, düşük gelirli haneler, kırsal bölgelerde yaşayan çiftçiler, sanayide çalışan mavi yakalı işçiler, küçük ve orta ölçekli işletme sahipleri, yaşlı nüfusu içerirken, aynı zamanda iklim göçüne maruz kalan kesimi, göçmenleri ve mültecileri de kapsamaktadır. Ancak, mülteci ve göçmen politikaları son derece hassas bir konudur ve bu grupların iklim değişikliği politikaları çerçevesinde nasıl ele alınacağı dikkatle değerlendirilmelidir.
Bunun etkilerini yakın zamanda Almanya’da yapılan seçimlerde açıkça gördük. Şubat ayında gerçekleştirilen seçimler, demografik değişim politikalarının halk üzerindeki etkilerini doğrudan gözler önüne sermiş ve göçmen-mülteci politikalarının, iklim değişikliği söylemi ile nasıl iç içe geçirildiğini ve bunun toplumsal hassasiyete nasıl sebep olduğunu ortaya koymuştur. Almanya’da hâlâ bu politikaların sosyal ve siyasi sonuçları tartışılmaya devam ederken, benzer bir sürecin ülkemizde yaşanmaması için İklim Kanunu Teklifi’ndeki maddelerin açık, şeffaf ve kamuoyunu kaygıya sevk etmeyecek bir şekilde düzenlenmesi gerekmektedir.
Bu tür yasaların, toplumsal hassasiyetleri göz ardı etmeyen, kamuoyunun tüm kesimlerini bilgilendirerek, yalnızca çevresel hedeflerin değil, sosyal istikrarın da korunması açısından kritik öneme sahiptir.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum