Mustafa ARMAĞAN

Mustafa ARMAĞAN

Mail: marmagan1@hotmail.com

Cemil Meriç’in gözüyle Sultan II. Abdülhamid

Türkiye’nin kültür arkeologlarından Cemil Meriç daha çok Bu Ülke adlı kitabıyla tanınır. Ben de bu kitabın Ötüken Neşriyat’tan çıkan 3. baskısıyla giriş yapmıştım üstadın görkemli sofrasına. Yaşım henüz 17 idi ve Nietzsche’den İbn Haldun’un ufuklarına süzülen bu yazarın kaleminden dökülenlerden ne anladığımı ancak yıllar sonra emek vererek idrak edebilecektim.

İlk okuyuşumda zihnimin çeperlerine sedef gibi kakılan cümleleri okuma maceramın bitmeyen şafaklarında bir zafer şarkısı gibi mırıldanırken bulacaktım kendimi. Bu yüzden kendimi bizzat görüşme ve sohbet etme şerefine nail olduğum, gözlerini Türk irfanına şehid veren bu mütebahhir Üstadın bir talebesi olmaktan mübâhîyim.

Cemil Meriç’in Umrandan Uygarlığa, Kırk Ambar, Kültürden İrfana ve Işık Doğudan Gelir gibi kitapları bizim nesle kutup yıldızlığı yaptığı gibi müteakip nesillere de emin rehberlerden biri olmaya devam ediyor. Zira Türkiye henüz Cemil Meriç’in problematik çemberinden çıkabilmiş değil. Mecburen bir süre daha onun sohbethanesinin müdavimleri olacağa benzeriz.

Öte yandan Cemil Meriç’in gölgede kalmış bir kitabı genel okuyucusu tarafından pek bilinmez. 12 Eylül darbesinin hemen arkasından neşredilen Bir Facianın Hikâyesi adlı talihsiz kitabı iki bölümden oluşur ve ikinci bölüm, eski diplomatlarımızdan Sedat Zeki Örs’ün Fransızca notlarından yapılmış bir yeniden yazım (rewriting) girişimidir. Cemil Meriç bu notları “Bir facianın hikâyesi. 19. asrın yüz karası” başlığıyla serbestçe çevirip Bir Facianın Hikâyesi’nde neşretmiştir.  

Kitabın pek çok kısmı hayatî önemde tespitler ihtiva ediyor ama ben Sultan II. Abdülhamid hakkındaki iki paragrafı tadımlık olarak sunmakla yetineceğim size. (Bir Facianın Hikâyesi, Umran Yayınları, Ankara, 1981. Yeni neşri, oğlu Mahmut Ali Meriç’in yayına hazırladığı Kırk Ambar 2: Lehçetül-Hakayık adlı kitabının içerisinde mevcuttur.)

Aşağıda Sedat Zeki Örs ile Cemil Meriç’in ortak tespitlerini okuyacaksınız:  

"(Sultan) Abdülhamid katiyen zalim değildi. Adına ve hatırasına eklenen “Kızıl Sultan” lâkabı tarihin en büyük yalanı. Boğdurulup yok edilen devrimci talebeler masalı yalan, çuvallara dikilip Boğaz'ın sularına atılan saraylı kadınlar hikâyesi yalan! Tam tersine... Abdülhamid şiddetten nefret ederdi. Tahammül edemezdi kan akmasına, maddî eza duyardı. Nefret ederdi darağacından. Affetme salahiyetini her vesileyle kullanırdı. Hatta suiistimal ederdi. Nizamî mahkeme tarafından verilen idam hükümlerinin hemen hepsi otomatik olarak sürgüne tahvil edilirdi. Siyasî hasımlarına karşı başlıca silahı sürgündü. Ustaca derecelendirilmiş bir sürgün: Yemen veya Fizan'da gözaltında bulundurulmaktan tutun da Payitahttan az veya çok uzak vilayet veya kazalarda valilik veya kaymakamlığa kadar. Sürgüne yollanılan maaş alır, iaşe ve ibatesi temin edilir ve daima Payitahta dönmek ümidini muhafaza ederdi. Çok defa efendi olarak gidilir, bey olarak dönülür, paşa olarak dönülürdü. Belki bu da bir hesaba dayanıyordu.

(Sultan) Abdülhamid'in ayırıcı vasfı trimetrik (düzenleyici) olmaktır, kombinezonlara bayılır, kesin çözümlemelerden hoşlanmaz. Hiçbir bağlılığı önceden reddetmez, sönmez bir kin tutuşturmak istemez. Şiarı: korksunlar ama nefret etmesinler. Bir kelimeyle faydacı ve şüpheci. Ne var ki, bu vasıflarının altında hakşinas ve âdil bir hükümdar saklıdır. Tebaalarının -siyasî olmasa da- medenî haklarına saygılı, herkesin mülkiyet hukukuna riayetkâr bir padişah. Uzun süren saltanatı boyunca makamından faydalanarak meşru olmayan bir kazanç elde etmeğe kalkıştığı veya birinin rızası hilafına ve kanunî bir tazminat ödemeden malını gasp ettiği görülmemiştir. Demek ki, munsif (insaflı) ve âdil oluşunu sadece hesaba ve sadece politikaya atfetmek doğru olmaz."

 

1

Sedat Zeki Örs kimdi?

1888 yılında İstanbul'da doğdu. Tophane Müşiri ve Askeri Mektepler Nazırı Zeki Paşa'nın oğludur. Galatasaray Lisesi'nden mezun olduktan sonra İstanbul Hukuk Mektebi'nde bir süre okudu. Paris'te tarih ve sosyal ilimler üzerine yüksek tahsilini tamamladı. Çok güzel Fransızca, İngilizce, Almanca, Rusça ve Arapça bilen Sedat Zeki bu dillerin dışında on dilde daha konuşabiliyordu. Fransızcayı Paris aksanı, İngilizceyi de Oxford aksanıyla konuşurdu, hatta bu dilleri Türkiye’de konuşurken çoğu kişi onu yabancı zannederdi.

Ülkeye döndükten sonra diplomasi mesleğine girdi. Bir dönem Atina Büyükelçiliği Müsteşarlığı, İskenderiye Başkonsolosluğu gibi görevlerde bulundu. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti'den Sivas milletvekili olarak Meclise girdi ve milletvekilliğini 1954'e kadar sürdürdü. Birçok gazete ve dergide yazı yazdı. Büyük Doğu Dergisi'nde 32 bölümlük "Son yüzyılın muhasebesi' adlı incelemesi Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerini inceleyen önemli bir belgedir ve “Bir facianın hikâyesi ile birlikte okunmalıdır. 28 Mart 1966 tarihinde İstanbul'da vefat etti.

Kaynak https://www.oktayaras.com/sedat-zeki-ors/tr/29587 (25.08.2023)

 

2

Necip Fazıl gözüyle Sedat Zeki Örs

Cemil Meriç’in yazısını yeniden yazdığı meçhul aydınlarımızdan Sedat Zeki Bey, 1940’lı yıllarda Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in de yakın dostlarından imiş. Necip Fazıl Son Telgraf gazetesinin 4 Mart 1943 tarihli nüshasında kaleme aldığı “Erzurum lehçesi” başlıklı dikkate değer yazısında Sedat Zeki Bey’in ilginç bir yönüne şu ışığı tutar:

“Hatırladığıma göre bir dost, Hariciyemizin münevver ve mütefekkir mensuplarından Sedat Zeki, vaktiyle, (ki) edatının lisanımıza getireceği zenginlikler üstünde bir tasarı sahibiydi. Bu zat, (ki) edatını o kadar zengin ve değişik nisbetlerde kullanmak taraf    tarıydı ki, Türkçede bu edattan başka hemen hemen hiçbir bağlama edatı kullanmaya razı değildi.”

Bkz. Necip Fazıl Kısakürek, Çerçeve 2, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2016, s. 182.  

Yorum Yazın

casibom-deneme bonusu-