Gülşah TAŞKENT

Gülşah TAŞKENT

Mail: gulsahtaskent@gmail.com

Avrupa’da Organ Mafyasının Hedefindeki Çocuklar

Geçtiğimiz günlerde iki önemli rapor birden yayımlandı. Birisi AK Parti İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı’nın hazırladığı “Batı Ülkelerinde Yaşanan Hak İhlalleri Raporu” bir diğeri de Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi (UHİM) hazırladığı rapordu. Her iki rapor da dünyaya medeniyet satmaya çalışan ve her fırsatta insan haklarından dem vuran Avrupa’nın gerçek yüzünü gözler önüne seriyordu.

AK Parti İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı’nın Avrupa’daki insan hakları ihlalleriyle ilgili yaptığı detaylı çalışma, Türkiye’yi “insan haklarına saygılı davranmamakla” suçlayan Avrupa’nın, insan hakları karnesini tek tek ortaya koyuyordu. Raporda, özellikle mülteci ve İslam düşmanlığı konusunda yaşanan olumsuzluklara yer verilmesi dikkat çekiciydi.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, adayken “Cezayir’de soykırım yaptıklarını ve Fransa’nın özür dilemesi gerektiğine” yönelik sözlerini unutarak Türkiye’yi soykırım ile suçlamasından sonra bugüne gelindiğinde Fransa’da tam 23 camiinin kapatıldığını öğreniyoruz.

Oysa Fransa’nın tarihine baktığımızda Cezayir’de yapmış olduğu soykırımdan yaklaşık 5 milyon insanın etkilendiğini görüyoruz. Sömürgecilik ile nam salmış bu devletlerin Türkiye’yi de kendi konumlarına getirmek istemeleri kabul edilemez bir tutumdur.

Fransa’da OHAL ilan edildiği dönemde kreşlerin dahi incelemeye alındığını ve “aşırı İslamcı gençler mi yetişiyor?” korkusuyla çocukların dahi sorgulandığını biliyoruz. Polisin ırkçılıkla ilgili suçları âdi bir vaka olarak kayıtlara aldığını ve “ırkçılık” olarak nitelendirmediği de bilinenler arasında.

Bununla da kalmıyorlar ve mülteci kamplarına gelen vatandaşları “Hristiyanlık testine” tabi tutarak insanlık dışı muamelede bulunuyorlar. Çocuk ve kadınların tacize uğradığı da gelen bilgiler arasında. Geçenlerde kaleme aldığım “Vatikan’ın Taciz Skandalları” adlı yazımı hatırladıkça taciz olayları hiç şaşırtıcı gelmiyor doğrusu.

Mülteciler için sarf ettikleri “Herkes sınırlarını kapatsın herkes kendi güvenliğini kendisi sağlasın. Ölen ölsün denizlerde boğulsun” şeklindeki sözlerle ne kadar uygar ve gelişmiş olduklarını tüm dünyaya gösteriyorlar.

Biz bu ülkede yaklaşık 3 buçuk milyon mülteciye çok uzun süredir ev sahipliği yapıyoruz. Ecdat yadigârı vicdanımızla tüm dünyaya örnek olacak şekilde hem de. Bizler vicdanları rahatlatacak bu başarılara imza atarken, sadece Almanya’da kayıp 10 bin çocuğun olduğunu biliyor musunuz? 2015’ten beri kayıp çocuk sayısı 96 binden fazla. Refakatiz bir şekilde Avrupa’ya ulaşan çocukların sayısı 63 bin civarı. Fransa’da ise kaydı bulunup kendisinden haber alınamayan çocuk sayısı bin.

Halen tek başına yaşayan çocuk sayısı 170 bin. İşte korkunç gerçek burada ortaya çıkıyor. Çünkü bu çocuklar cinsel istismar taciz, organ mafyası, insan kaçakçılığına maruz kalmış durumdalar. Söylemesi çok zor ama bu çocukların organ mafyası ve insan kaçakçılarının elinde olduğu tahmin ediliyor.

Avrupa ise bu konuda sessizliğini sürdürüyor. Çünkü onlar her zaman için kendilerini modern ve ilerici görürken; Doğu toplumlarını hep aşağılamış, ilkel ve kaba bulmuş, hayvanat bahçelerinde dahi sergilemiş, sömürmüş, ezmiş, kapitalist sistemin kölesi haline getirmiştir. Bugün ise kayıp çocukların hesabını veremeyen bir Avrupa var karşımızda.

Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi (UHİM)in hazırladığı raporla ilgili ise Genel Sekreter Veysel Başer’in ifadeleri Avrupa’nın ikiyüzlülüğünü gözler önüne seriyor. Şöyle ki: "Demokrasi, özgürlük ve insan hakları gibi kavramları kullanarak direktifler yağdıran ve insanları birbirine kırdıran küresel aktörler, para kazanma hırsı ile ülkeleri bile bile savaşa sürüklüyor. Gücünü savunma sanayisine borçlu olan gelişmiş ülkeler, geçtiğimiz yıl yüzde 1,1 artan küresel savunma harcamaları sayesinde, bir kez daha 'savaşa girmeden kazanan' taraf oldu.

Nükleer silahsız bir dünya vaadiyle Barış Ödülü alan Obama’nın bir kez daha imaj çalışmalarının bir parçası olduğu ortaya çıktı. ABD birçok uluslararası nükleer anlaşmadan ayrıldı ve savunma bütçesinde nükleer silah faaliyetleri için 1 trilyon 200 milyon dolar (Soğuk Savaş'tan bu yana en yüksek rakam) bütçe ayırdı. Batı'nın hegemonik düzeninden kurtulmaya çalışan her devlet, karşısında kur manipülasyonlarını, yaptırım paketlerini ve uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarını buldu." diyen Başer, “kişi başına düşen ortalama gelir açısından en avantajlı ülkeler olmalarına rağmen, Batı toplumlarının yoksulluk ile savaştığını ve ABD'de 550 bin evsiz bulunduğunu, İngiltere’de ise her 200 kişiden birinin gidecek yuvasının olmadığını” söyleyerek Avrupa’nın çelişkilerini de özetliyor.

 

Irkçılık olaylarının günden güne artış göstermesi de her iki raporun dikkat çektiği başlıklar arasında. Halı altına süpürülen ırkçı ve ayrımcı zihniyetlerini gün yüzüne çıkaran devletler, İslam’ı 'şiddet içeren siyasi bir ideoloji', Müslümanları ise 'devletin sırtından geçinen eğitimsiz ve uyumsuz kişiler' olarak tasvir ediyor.

İsveç’te “yakınındaki camiyi yak” baskılı tişört yapılıp satılırken, Almanya’da “Ülke toplum değerleriyle İslam arasında çatışma var” diyenlerin oranının yüzde 47’ye ulaşmış durumda.

Evet, Türkiye’de insan hakları konusunda bir hayli yol katettik. Özellikle mülteciler konusunda dünyaya örnek olacak şekilde onlara sahip çıktık. Attığımız adımlar bizi hep ileriye taşıdı. Bu konuda tevazu göstermek yerine ülkemizin ne kadar büyük, milletimizin ne kadar vicdan sahibi olduğunu göz önüne alarak, hedeflediğimiz yarınlara yürümeliyiz.

Türkiye insan hakları konusunda bize ders vermeye kalkanların gerçek yüzünü görerek ve bilerek, tüm dünya halklarının ve mazlumların umudu olmaya devam edecektir.

Yorum Yazın