İstanbul
12 Mart, 2025, Çarşamba
  • DOLAR
    36.61
  • EURO
    39.93
  • ALTIN
    3435.3
  • BIST
    10.61
  • BTC
    83646.244$

AK Parti ve Seçimler - 3

28 Ocak 2019, Pazartesi 17:46 820 kez okundu.

16 Mayıs 2007’de görev süresi dolan A.Necdet Sezer’in yerine yeni Cumhurbaşkanı seçilecekti. Erdoğan’ın bu göreve talip olması bekleniyordu.

Ancak aylar öncesinden statükocular, bunu engellemek için ellerinden geleni yapmaya başlamışlardı. Kaos ve kargaşa yaratmanın zamanı gelmişti yine!

19 Ocak 2007’de maalesef Hrant Dink’e kıydılar. Göstere göstere cinayeti işleyen 18 yaşında bir çocuktu. Muhtemelen, öldürdüğü kişi hakkında hiçbir fikri yoktu.

Bu cinayetle de amaçlarına ulaşmadılar. Örtülü, başı açık, sağdan ve soldan her kesimden insan, cenazeye akın etti. Artık eski halk yoktu karşılarında.

Ancak, ne olursa olsun Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması engellenmeliydi. Ve “özgürlükçü basın” iş başındaydı. Cumhuriyet gazetesi, “Tehlikenin Farkında mısınız!” diye manşet atıyor, görsel medyada boy boy reklam veriliyordu. İrtica öcüsünü, yine hortlatmışlardı!

28 Şubat öncesinde olanlar, sahneye konulmak üzereydi. Fakat bu kez karşılarında gerek o dönemdeki gücünün gerekse savaştığı vesayet odaklarının yapacaklarını iyi hesaplayan ve nasıl davranacağını bilen bir lider vardı.

Bir önceki yazıda belirttiğim, birçok şehre yaydıkları Cumhuriyet Mitingleri ile Erdoğan Hükümetini istifaya zorlamak ve CB makamını, kaptırmak istemiyorlardı. Hoş kimdi onlar! Şimdi, bunu kolayca yazarken, o günlerde yaratılan kaosu, işbirlikçi medyanın tuzaklarını ve buna karşın Hükümet’in tutumunu, yüreğim ağzımda takip ederdim.

AK Parti, iktidara talip olduğunda, ana hedeflerinden biri olan AB üyeliği için gereken müktesebatı, aynı zamanda vesayetçilerle savaşmanın da bir yol haritası olarak görüyordu. O dönem AB üyesi ülkeler, maalesef son yıllardaki gibi kendi değerlerine aykırı tutumlarda bulunmuyor ya da biz farkında değildik.

Bu hedefe, zaman zaman problem yaşansa da ilk dönem sıkı sıkı tutunmak, çok doğru ve akıllıcaydı. AB’ye uyum yasaları, demokratikleşmenin ana gövdesini oluşturuyor, böylece hem Batı’ya hem de içerideki kesimlere partinin “gizli ajandasının” olmadığı ve kendisini tanımladığı gibi muhafazakâr demokrat parti olduğu mesajını veriyordu.

Erdoğan 27 Nisan’da ilk turu yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi için, aday olmayacağını ve Abdullah Gül’ü aday göstereceklerini açıkladığında, yine değişen bir şey olmayacaktı. Zira Çankaya’ya örtülü bir Cumhurbaşkanı eşi çıkmamalıydı. Bu, Kemalistler için kabul edilemezdi.

Sabih Kanadoğlu, 367 vekil olmazsa, seçimin iptal edileceğini açıkladığında, Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar’ın partilerini ikna edeceklerinden emindiler. Böylece sadece 357 vekil Gül’e oy verdiği için, Anayasa Mahkemesi, beklendiği gibi seçimi iptal etti.

Yetmedi, rejimin bekçisi TSK’da, tarihe E-Muhtıra olarak geçecek darbe bildirisini web sayfasından duyurdu. Hepimiz nefesimizi tutmuş, Hükümetin tavrını bekliyorduk. “Şapkasını alıp gitmedi!” kimse! Böyle bir şeye şahit olmanın sevinciyle, AK Parti ve Erdoğan’ın dik duruşunu, unutulmaz günlerime eklemiştim.

Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek kürsüden şunları söylemişti: "Başbakanlık'a bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığı'nın herhangi bir konuda hükümete karşı bir ifade kullanması demokratik bir hukuk devletinde düşünülemez. Genelkurmay Başkanlığı, hükümetin emrinde, görevleri Anayasa ve yasalarla tarif edilmiş bir kurumdur. Anayasamıza göre, Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakan'a karşı sorumludur. Bu metnin basın yayın organlarına verilmesi ve Genelkurmay'ın internet sitesinde yayınlanmasındaki zamanlama manidardır."

AK Parti’yi ve Türkiye siyasetine kazandırdıklarını yazmaya devam edeceğiz.

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

Facebook Yorum