© Müzakerat 2017 - 2021

O...CU, ŞU…CU, BU…CU

Neredeyse  son yüzyılı  aşkın  zamandır  bir  modernlik  hikayesidir  gidiyor. T D K ‘ye   göre  modern  demek  çağdaş , çağdaş  demek  ise  “bulunulan  çağın  anlayışına , şartlarına  uygun  olan” şeklinde  tanımlanıyor. Biz  ne  çok  yerli  yersiz  konuda  modern , çağdaş  kelimelerini  kullanıyoruz . Halbuki aynı çağda  her  tip  insan  ve  beraberinde   yaşam  şekli  mevcut .  İnsanları  tek  tip  yapmaya  ne  meraklıyız  ya  da  böyle  düşünmeye  itekleniyoruz  sanki . Tıpkı  seri  üretimden  çıkmış  eşyalar  gibi …

Oysa  ki  şöyle  bir  yaşananlara  baksak  önemli  başarılara  imza  atmış  insanların  hiç birisi  çağdaş  değil . Yani  herkesle  aynı  yaşamıyor  ve  düşünmüyor .Hemen  hepsi  tabiri  yerindeyse  çağının  üstünde . Asıl  maharet de burada  zaten. Aynı  olsalardı   herkesin  arasından  sıyrılabilirler   miydi  acaba ?

Bilim  adamları , yöneticiler , sanatçılar , mimarlar , mühendisler , askerler  gibi  gibi …

O  zaman  çağdaş  olmak  zannedildiği  gibi  pek  de  iyi  bir  meziyet  değil. Herkes  gibi  olmak , herkes gibi düşünmek  demek.

Gelelim  bir  de  modernliğin , çağdaşlığın  bazılarımızda  edindiği  yere ; Modernliği  fikir  tohumu  olarak  ekenler  neleri  içine koymamız  gerektiğini  de  beraberinde  ve  fark  ettirmeden  empoze etmişler . Kıyafetlerde  açıklık , ahlakta  zayıflık , olabildiğince  israf  ve  gereksiz  işlerde  zaman  kaybı  olarak  ana  hatlarıyla  özetleyebiliriz .

Başörtüsü  ile  çalışmaya  başlanılmasının  ardından  (ki  emeği  geçenlerden  Allah  razı  olsun )   kapalı  olarak  çalışmaya  gittiğimin  ilk  günü  arkadaşlardan  biri  ‘sen  çok  modern  birisiydin ‘ diye  şaşkınlığını  dile  getirmişti . Anlayış  buradan  alıp  başını  bilinmez  yerlere  doğru  gidiyor . Öyle  ya  artık  farklı  bir  insan  olmuştum !

 

Aslında her  devirden  öğrenilmesi , alınması  gereken   o  kadar  çok  ve  farklı  dersler  var ki … Hele  bir de  İslam’ı  bilmeyenler  ya da  istemeyenler  Müslümanları  sınıflara  ayırmak  için  birbirleriyle yarış  halindeler. İlerici  , gerici , modern  falan  filan … Bu  ayrımı  yaparken  oradan  buradan  yarım  yamalak  duyduklarını   araştırma  zahmetine bile  girmiyorlar ,  zaten  gerek de  yok . Hatta   kendilerince  çeşitli  dini  kavramlarla   desteklemek için ellerinden geleni  yapıyorlar  . Onları  kınamıyor  aslında  takdir  ediyorum . Hedeflerine  ulaşmak  için  canla  başla  çalışmak  takdir  edilecek  bir  olay  . Koydukları  hedef  bize  göre  yanlış olsa  da keşke  bizler de  hedefimize  bu  kadar  kilitlenip  azimle  ,  cesurca , yılmadan   gayret  göstersek .

Dinimiz ,  Kur’an-ı  Kerim  ve  Hz. Peygamberimiz  (S.A.V )  ışığında   Kelime-i  şehadetle  başlayıp  farzlardan   sünnetlere   , ahlaka ,   helak  olmuş  milletleri  gezip   görmeye ,  hayatın  anlamını  düşünüp  araştırmaya  kadar ( daha burada  sayamayacağım   birçok  konuyu içine  alarak  hatta  kişisel  ve  sosyal  gelişim de  dahil olmak  üzere ) devam  eder . Herkesin  ne  kadarı  ve  nasıl  yaptığı  ya  da yapmadığı  kendine  aittir . Parçalara  ayrıldığımızda  giderek  zayıflayıp  küçük  lokmalara  dönüşüp (  ki  bu  sindirimin   temelidir )  yutulabilecek  hale  geleceğimizi  unutmamamız  gerekir. Aslında  durum  oldukça  basit . Keşke  tuzağı, fitneyi  günümüzün  meşhur üstten  görüntüleme  aracı  olan  dronela  yukarıdan  görebilseydik  . Hoş  o  zaman  bile  ( işine  gelmediğinden ) ısrarla  ve   inatla   yanlışı  savunanlar  çıkardı  elbette  . Birileri  oturduğu  yerden  afili  kavramlar  çıkarmayı kendine  iş  edinmiş  . Hani  şu  ne yaptığını  tam  anlayamadığımız  meslekler  gibi  . O…cu  ,  şu...cu , bu…cu  ayırmışlar  da  durmuşlar  herkesi . Biz de  tıpkı  burcunun  özelliklerine  göre  hizaya  giren  insanlar  gibi  kendimize  bir  sınıf  edinmeye  çalışıyoruz  .

Peki  gerek  var mı  bunlara  ?

Tıpkı maddeleri  sınıflandırıp ,  parçalayıp  atomlara  hatta  atom altı  parçacıklara  ve  hatta  hatta  bu  parçacıkların  özelliklerine  kadar  ayırmak  gibi … Ne  ilginç !

 

Cemil  Meriç’in  konuya  ışık  tutan “bu  memlekette  sağcı  , solcu , ilerici , gerici  yoktur.  Bu  memlekette  namuslu  ve  namussuz  vardır”  sözü  de  her  daim  doğruluğunu  kanıtlamış  oluyor.

Bu  sözün  devamında  bu  işin  bir  de  siyaseti  var  elbette . Siyasi  bölünmeyi  körükleme.  O’na  oy  verenler , Bu’na  oy  verenler . Maksat   Müslümanları  etkisiz  ve  yetkisiz  hale  getirme  , kendini  sayıca  az  hissetme   psikolojisini  beyinlere  kodlama . Ne yalan  söyleyeyim işe  de  yarıyor . Tarihimizden  bihaber  olan  aramızdaki  Müslümanlardan  bazıları  bile  ne  yazık  ki  “bu  kadar  büyük  ve  çok  camiye  ihtiyaç  var  mı” sorusunu  sorabiliyor ( ama  kendileri  ne  kadar  yaşarım diye bilmeden  2  ev , yazlık ,  bilmem  ne  kadar  giysi , ayakkabı ,  eşya    vb.  almaktan çekinmeden )  . Yüzyıllar  öncesinden   feyz  alsalar

 ( her  bakımdan  hepimiz )  azıcık da  düşünseler  cevabı  bulmakta  asla  zorlanmayacaklar .  Üstelik  Ayasofya-i Kebir Cami-i  Şerif- i’nin   537   yılında  yapıldığının  tekrar  tekrar  söylendiği  şu  günlerde…

Ya da  1228-43  yılları  arasında  yapılan  Divriği  Ulu  Camii  ve  Darüşşifası   ne  kadar  da  güzel  örneklerden…

 

Buradan  hareketle  kendimizi  (başkalarına  göre  değil  İslam’a  göre ) kıyas  etsek    eksiklerimize   baksak . Yapmadıklarımız  veya  yapamadıklarımızı  savunma , bahaneler  uydurma , karşımızdakileri  ikna  etme  yerine ümmetin  birliği  ve  beraberliği  için  niceliğimizin  ( 1,6 milyar  )  az  olmadığını  bilip   niteliğimizi  artırma  , arızalarımızı  tamir  etme ,  şahsi  menfaatleri  kenara  bırakma   ,oynanan  oyunların  ciddiliğini  ve  büyüklüğünü  görme  ferasetine  erişip  ;   çeşitli  sınıflara  ayırmadan  ve  ayrılmadan  hesabi  değil  hasbi  olma   ve   mümin  safına  dahil  olma   arzusuyla…

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER