O...CU, ŞU…CU, BU…CU
KONUK YAZARLARNeredeyse son yüzyılı aşkın zamandır bir modernlik hikayesidir gidiyor. T D K ‘ye göre modern demek çağdaş , çağdaş demek ise “bulunulan çağın anlayışına , şartlarına uygun olan” şeklinde tanımlanıyor. Biz ne çok yerli yersiz konuda modern , çağdaş kelimelerini kullanıyoruz . Halbuki aynı çağda her tip insan ve beraberinde yaşam şekli mevcut . İnsanları tek tip yapmaya ne meraklıyız ya da böyle düşünmeye itekleniyoruz sanki . Tıpkı seri üretimden çıkmış eşyalar gibi …
Oysa ki şöyle bir yaşananlara baksak önemli başarılara imza atmış insanların hiç birisi çağdaş değil . Yani herkesle aynı yaşamıyor ve düşünmüyor .Hemen hepsi tabiri yerindeyse çağının üstünde . Asıl maharet de burada zaten. Aynı olsalardı herkesin arasından sıyrılabilirler miydi acaba ?
Bilim adamları , yöneticiler , sanatçılar , mimarlar , mühendisler , askerler gibi gibi …
O zaman çağdaş olmak zannedildiği gibi pek de iyi bir meziyet değil. Herkes gibi olmak , herkes gibi düşünmek demek.
Gelelim bir de modernliğin , çağdaşlığın bazılarımızda edindiği yere ; Modernliği fikir tohumu olarak ekenler neleri içine koymamız gerektiğini de beraberinde ve fark ettirmeden empoze etmişler . Kıyafetlerde açıklık , ahlakta zayıflık , olabildiğince israf ve gereksiz işlerde zaman kaybı olarak ana hatlarıyla özetleyebiliriz .
Başörtüsü ile çalışmaya başlanılmasının ardından (ki emeği geçenlerden Allah razı olsun ) kapalı olarak çalışmaya gittiğimin ilk günü arkadaşlardan biri ‘sen çok modern birisiydin ‘ diye şaşkınlığını dile getirmişti . Anlayış buradan alıp başını bilinmez yerlere doğru gidiyor . Öyle ya artık farklı bir insan olmuştum !
Aslında her devirden öğrenilmesi , alınması gereken o kadar çok ve farklı dersler var ki … Hele bir de İslam’ı bilmeyenler ya da istemeyenler Müslümanları sınıflara ayırmak için birbirleriyle yarış halindeler. İlerici , gerici , modern falan filan … Bu ayrımı yaparken oradan buradan yarım yamalak duyduklarını araştırma zahmetine bile girmiyorlar , zaten gerek de yok . Hatta kendilerince çeşitli dini kavramlarla desteklemek için ellerinden geleni yapıyorlar . Onları kınamıyor aslında takdir ediyorum . Hedeflerine ulaşmak için canla başla çalışmak takdir edilecek bir olay . Koydukları hedef bize göre yanlış olsa da keşke bizler de hedefimize bu kadar kilitlenip azimle , cesurca , yılmadan gayret göstersek .
Dinimiz , Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberimiz (S.A.V ) ışığında Kelime-i şehadetle başlayıp farzlardan sünnetlere , ahlaka , helak olmuş milletleri gezip görmeye , hayatın anlamını düşünüp araştırmaya kadar ( daha burada sayamayacağım birçok konuyu içine alarak hatta kişisel ve sosyal gelişim de dahil olmak üzere ) devam eder . Herkesin ne kadarı ve nasıl yaptığı ya da yapmadığı kendine aittir . Parçalara ayrıldığımızda giderek zayıflayıp küçük lokmalara dönüşüp ( ki bu sindirimin temelidir ) yutulabilecek hale geleceğimizi unutmamamız gerekir. Aslında durum oldukça basit . Keşke tuzağı, fitneyi günümüzün meşhur üstten görüntüleme aracı olan dronela yukarıdan görebilseydik . Hoş o zaman bile ( işine gelmediğinden ) ısrarla ve inatla yanlışı savunanlar çıkardı elbette . Birileri oturduğu yerden afili kavramlar çıkarmayı kendine iş edinmiş . Hani şu ne yaptığını tam anlayamadığımız meslekler gibi . O…cu , şu...cu , bu…cu ayırmışlar da durmuşlar herkesi . Biz de tıpkı burcunun özelliklerine göre hizaya giren insanlar gibi kendimize bir sınıf edinmeye çalışıyoruz .
Peki gerek var mı bunlara ?
Tıpkı maddeleri sınıflandırıp , parçalayıp atomlara hatta atom altı parçacıklara ve hatta hatta bu parçacıkların özelliklerine kadar ayırmak gibi … Ne ilginç !
Cemil Meriç’in konuya ışık tutan “bu memlekette sağcı , solcu , ilerici , gerici yoktur. Bu memlekette namuslu ve namussuz vardır” sözü de her daim doğruluğunu kanıtlamış oluyor.
Bu sözün devamında bu işin bir de siyaseti var elbette . Siyasi bölünmeyi körükleme. O’na oy verenler , Bu’na oy verenler . Maksat Müslümanları etkisiz ve yetkisiz hale getirme , kendini sayıca az hissetme psikolojisini beyinlere kodlama . Ne yalan söyleyeyim işe de yarıyor . Tarihimizden bihaber olan aramızdaki Müslümanlardan bazıları bile ne yazık ki “bu kadar büyük ve çok camiye ihtiyaç var mı” sorusunu sorabiliyor ( ama kendileri ne kadar yaşarım diye bilmeden 2 ev , yazlık , bilmem ne kadar giysi , ayakkabı , eşya vb. almaktan çekinmeden ) . Yüzyıllar öncesinden feyz alsalar
( her bakımdan hepimiz ) azıcık da düşünseler cevabı bulmakta asla zorlanmayacaklar . Üstelik Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerif- i’nin 537 yılında yapıldığının tekrar tekrar söylendiği şu günlerde…
Ya da 1228-43 yılları arasında yapılan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası ne kadar da güzel örneklerden…
Buradan hareketle kendimizi (başkalarına göre değil İslam’a göre ) kıyas etsek eksiklerimize baksak . Yapmadıklarımız veya yapamadıklarımızı savunma , bahaneler uydurma , karşımızdakileri ikna etme yerine ümmetin birliği ve beraberliği için niceliğimizin ( 1,6 milyar ) az olmadığını bilip niteliğimizi artırma , arızalarımızı tamir etme , şahsi menfaatleri kenara bırakma ,oynanan oyunların ciddiliğini ve büyüklüğünü görme ferasetine erişip ; çeşitli sınıflara ayırmadan ve ayrılmadan hesabi değil hasbi olma ve mümin safına dahil olma arzusuyla…
İlginizi Çekebilir